Geçtiğimiz haftalarda Le Piano Symphonique Festivali’nin açılış konserinde sahne alan Fazıl Say, işte tam da bunu başardı: ruhumuzu, duygularımızı notalarla sarıp sarmaladı. Onun sahnedeki varlığı, sadece bir performans değil; bir sanat şöleni, bir kültürel zaferdi.
Pusula Swiss ailesi olarak yıllardır İsviçre’deki Türk toplumuna kültür ve sanat aracılığıyla hizmet veriyoruz. Etkinlikleri haberleştirmenin ötesinde, büyük isimleri sanatseverlerle buluşturmanın tarifsiz sevincini yaşıyoruz. Haziran ayında gerçekleştirdiğimiz Fazıl Say Piyano Resitali, tıpkı bir fısıltının giderek yankılanan bir ezgiye dönüşmesi gibi, izleyen herkesin yüreğinde derin izler bıraktı. O gece yalnızca bir konser izlememiştik, bir sanatçının iç dünyasını notalar aracılığıyla bizimle paylaşmasına tanıklık etmiştik. Sanatın en saf hali, işte o sahnedeydi.
Sanat adına düzenlediğimiz etkinlikler Türk toplumuna bir armağan olmaya devam ediyor, fakat Türk sanatçılarının uluslararası organizatörler tarafından tercih edilmesi, büyük festivallere davet edilmesi bizleri daha da fazla gururlandırıyor. Luzern’in çeyrek asırdır bağrına bastığı Fazıl Say, Le Piano Symphonique Festivali’nin açılışında sahne aldığında, yalnızca bir sanatçıyı değil, Türkiye’nin kültürel mirasını, tarihini, birikimini izliyorduk. Daha önce hiç yabancı bir organizasyon vesilesiyle izleme fırsatım olmamıştı ve itiraf etmeliyim ki, böylesine büyüleyici bir konseri kaçırmış olsaydım, büyük bir eksiklik hissederdim.
Johann Sebastian Bach’ın “Goldberg Varyasyonları” ve Wolfgang Amadeus Mozart’ın “Alla Turca Sonatı”, Fazıl Say’ın parmaklarında bambaşka bir ruh kazandı. Seyirciler, bu eşsiz yorumları büyük bir hayranlıkla dinledi ve konser sonunda sanatçıyı dakikalarca ayakta alkışladı. Fakat asıl büyü, bis için tekrar sahneye çıktığında yaşandı. Türk Marşı ve Kara Toprak eserleri, yalnızca İsviçre’de değil, sanki tüm dünyada yankılanıyor gibiydi. Müziğin evrenselliği, Fazıl Say’ın ellerinde bir kez daha anlam kazanmıştı. O an göğsümüz kabardı, kalbimiz bir oldu, sesimiz sahnedeki bu büyük sanatçının yankısıyla buluştu.
Fazıl Say, bir sanatçının ötesinde, kültürümüzün dünyaya açılan kapısıdır. Onun daha fazla ön plana çıkması, yalnızca bireysel bir başarı değil, Türkiye’nin sanattaki gücünün ve kültürel zenginliğinin bir yansımasıdır. Her yıl dünyanın dört bir yanındaki en prestijli salonları tıklım tıklım dolduran bir sanatçıya sahip olmak, ülkemiz için eşsiz bir fırsattır. Bizler, onun müziğini dinlerken aslında kendimizi duyuyor, kim olduğumuzu hatırlıyor ve sanatın büyülü dünyasında kayboluyoruz. Bu kıymeti bilmek ve ona sahip çıkmak hepimizin sorumluluğudur.
Bir sanatsever ve bir organizatör olarak, onun bizlere yaşattığı her an için Fazıl Say’a teşekkür ediyorum. Müziğinle hep var ol, sesin hiç susmasın. Yolun daima açık olsun, Fazıl Say!