
Bir dönem bu büyümeyi durdurmak isteyen siyasi girişimler oldu. “10 milyonluk İsviçre’yi durduralım” diyen kampanyalar, anayasal sınırlar öneren partiler vardı. Ancak artık şu gerçek görmezden gelinemez: ekonomisi güçlü olan her ülke göç alır. Gelişmiş altyapı, kaliteli sağlık sistemi, güvenlik, istihdam imkanları ve yüksek yaşam standartları, insanları bu ülkelere çeker.
Bugün dünyanın birçok yerinde insanlar yola çıkıyor. Yalnızca savaşlardan kaçtıkları için değil; daha iyi eğitim, daha iyi sağlık, daha insanca bir yaşam için… İsviçre gibi ülkeler, bu arayışın doğal durakları hâline geliyor. Ve bu durum önümüzdeki yıllarda daha da artacak.
Ukrayna savaşının ardından İsviçre’ye özel koruma statüsüyle gelen binlerce insan buna güncel bir örnek. Şimdi bu kişilerin geleceği tartışılıyor. Ancak büyük bir kısmı bu ülkeye uyum sağladı, eğitim aldı, iş gücüne katıldı, vergi ödedi. Yani sadece “geldiler” değil; katkı sundular. Bu noktada asıl sorulması gereken, “kim geldi?” değil, “kim kaldı ve ne kattı?” olmalı.
İsviçre yaşlanıyor. Her geçen yıl daha fazla insana bakım, sağlık hizmeti ve sosyal destek sunmak gerekecek. Bu ihtiyacı karşılayacak genç ve üretken nüfus ise artık yalnızca içeriden değil, dışarıdan da sağlanacak. Bu bir zorunluluk, bir tercih değil.
Aynı zamanda kültürel olarak da değişen bir toplumuz. “Yabancı” kavramı, gelecekte daha az kullanılacak. Çünkü bu ülkenin geleceği, çok dilli, çok kültürlü ve çok sesli olacak. Sınırlar, artık sadece haritalarda kalmalı; insan zihninde değil.
Bu dönüşümden korkmak yerine, onu yönetmeyi öğrenmeliyiz. Adaletli paylaşımı, sosyal uyumu, ortak yaşam kültürünü güçlendirmeliyiz. Çünkü bu dünya, bu ülke, bu hayat... aslında hepimize yeter. Yeter ki biz nasıl paylaşacağımızı bilelim.