7 aydır yollardayız; 1 Haziran'da neyimiz varsa ardımızda bırakıp yola koyulduğumuzdan beri dolu dolu ancak göz açıp kapayana kadar geçen bir 7 ay. 2017 hayallerimizi gerçekleştirmeye başladığımız bir yıldı, önümüzde ise hala upuzun bir yol ve yaşanacak sayısız macera var. Tamamı yollarda geçecek olan 2018 için ise çok heyecanlıyız.
2017 yılına başlarken dünya turu maceramızın planlamasını yapıyorduk. Yıl sonunda aşağı yukarı nerede olabileceğimizi tahmin ediyorduk. Biletler, rota, ekipman hazırlıkları, ucuz nasıl seyahat edilir araştırması vs. derken 13 Mayıs'ta Basel'deki evimize, arkadaşlarımıza veda ettik ve son hazırlıklar için Varşova'ya geldik. 1 Haziran'da ise ilk durağımız olan Litvanya'nın Kaunas kentine adım atmamızla Kafa Bi Dünya macerası başlamış oldu.
"Güneşi takip edeceğiz."
Bu 7 ay içerisinde 15 ülkede, 68 farklı şehri ziyaret etmişiz. Bir mottomuz vardı; "Güneşi takip edeceğiz." Bu cümleyi hala kullanıyor ve uyguluyoruz. 1 Haziran'da yaz mevsiminde başladı maceramız, 7 ay geçti ve rotamız güneye doğru olduğu için hava hala sıcak. Aralık ayının ilk bir kaç gününü Tayland'da, kalanını Malezya'da geçirdik ve sıcaklık ortalaması 30 santigrat idi. Rotamızı muson mevsiminden kaçınacak şekilde çizmiştik. Dolayısıyla bölgeleri ziyaretlerimizi de yüksek yağış olan çok nemli mevsimlere denk getirmediğimiz için zamanımızı oldukça yararlı bir şekilde kullanabiliyoruz. Bir süre daha güneye ilerledikten sonra güney yarım kürede havaların soğumaya başlaması ile birlikte tekrar kuzeye yöneleceğiz. Böylelikle 2018 yılının tamamını yine güneşli günlerde geçireceğiz.

Kafa Bi Dünya'da ardımızda bıraktığımız 7 ayda güzel ve değerli anılar biriktirdik. Artık kaplumbağa misali evimiz sırtımızda yaşamak, her hafta, hatta bazen her gün başka şehirlerde gecelemek, bizim gibi kendi serüvenlerini yaşayan gezginlerle sohbet etmek, ziyaret ettiğimiz yeni yerlerin kültürleriyle tanışmak, halkların hikayelerini dinlemek şikayet etmediğimiz rutinimiz haline geldi.
Maceramızın ilk on beş gününü Baltık ülkeleri ve Finlandiya'da geçirmiştik. Bu dönemi hazırlık aşaması olarak adlandırıyoruz. Hala Avrupa Birliği sınırlarındaydık ve yemek kültürü, insan ilişkileri gibi konularda yabancılık çekmedik. Şehirler de üç aşağı beş yukarı Avrupa şehri kavramına uyuyordu. Aslında Rusya'ya girip St.Petersburg ve Moskova'yı ziyaret ettiğimiz sırada dahi çok da yabancısı olmadığımız bir kültür ve yaşam biçimi ile karşılaşmıştık. Ancak her şey Trans Sibirya yolculuğu ile değişti. 88 saatlik Moskova - Irkutsk yolculuğu ile birlikte sadece coğrafya ve kıta değil, aynı zamanda kültür ve yaşam şekli de değişti. Biz de artık turistliği bırakıp, gezgin olmaya başlamıştık.
Trans Sibirya tren yolculuğu ile Asya günleri başladı
Uzun seyahatlerle haşır neşir olanların ya da dünya turu gibi bir hayal kurmaya başlayanların sohbetleri hep döner dolaşır, Trans Sibirya tren yolculuğu konusuna mutlaka gelir. Bu macera bizim de yıllardır aklımızın hep bir köşesindeydi. 22 Haziran'da Moskova'dan bindiğimiz 82N kodlu tren, 88 saatlik uzun bir yolculuktan sonra Sibirya'nın güneyindeki Irkutsk şehrine ulaştı. 54 kişi ile birlikte paylaştığımız kompartımanda geçen 88 saat, hayatımızın en ilginç deneyimlerinden birisi oldu.
Moğolistan sınırlarına adım attığımızda o bildiğimiz şehir ve yerli hayat kavramı yok oldu gitti. Gobi çölünde elektriksiz ve sadece içme suyu ile 8 gün geçirdik. Seyahat ettiğimiz külüstür Sovyet minibüsü kavurucu sıcak altında defalarca kez yolda kaldığında şikayet etmedik. Çölün sonsuz gibi görünen düzlüklerine bakarken acele etmenin, gereksiz endişelenmenin ne kadar anlamsız olduğunu, hayatta kalmak ve hatta aslında güzel bir hayat yaşamak için çok da fazla bir şeye ihtiyacımız olmadığını Moğol arkadaşımız Baynaa'dan öğrendik.
Güney Kore'de iken modernliğin sadece Batılılar'a özgü olmadığını, her toplumun değer yargılarıyla yükselebilecek bambaşka bir modernite olduğunu, Japonya'dayken sadece bireylerin değil, koskoca bir toplumun nasıl da birlikte hareket edebildiğini, bir toplumun topyekün saygılı ve geleneklerine bağlı olabileceğini gördük.
Tayvan'a geçtiğimizde ilk kez tropik bir bitki örtüsü ile karşılaştık. Muz ormanı nasıl olur, ilk kez gördük. Giderken cahilliğimizden dolayı pek bir fikir sahibi olmadığımız bu ülkenin tarihi ile ilgili bir çok bilgiyi şaşkınlıkla öğrendik. Dünya'nın öteki tarafında, uzaklardaki bir diyarda can ciğer dostumuz Can ile buluşup, özlem giderdik.
Endonezya'da Hindular ve Müslümanlar'ın iç içe, nasıl da uyumlu yaşadıklarına tanık olduk. Pirinç tarlalarında kaybolduk, Gili Adalarında mercanlar arasında köpekbalıkları ile dalış yaptık. Java Adası'ndaki Yeşil Kanyon'da yemyeşil suda yüzerken keyiften gözlerimiz yaşardı. Hasta olduk, birbirimize baktık. Yorgunluktan öldük bittik, birbirimizi taşıdık. En sonunda Güney Doğu Asya’ya ulaştık.
Güney Doğu Asya'da iken Türkiye'nin, İsviçre'nin hatta tüm Avrupa'nın ne kadar da uzak olduğunu hissettik. Bu bambaşka dünyada, insanlar ve ülkeler kendi dertleriyle yoğruluyorken, arkadaşlarımızın, ailelerimizin, ülkelerimizin cebelleştiği ya da ilgilendiği hiç bir konu buralarda hissedilmiyordu bile. Evet benzer sorunlar var tabii, fakirlik var mesela, tarihteki savaşlar, yıkımlar var birbirilerine benzeyen, ama bu ortaklığa rağmen burada yaşayan insanların ne bizden haberleri varmış, ne yaşadıklarımızdan, ne de kültürümüzden. Yüzyıllar öncesinden bugüne, tarihlerinin koskocaman bir gerçeği olan sömürgeci ülkeleri ve getirdiklerini biliyorlar ama bu sömürgecilerin getirdikleri ve bu kültür ile harmanlanmış şekli bizim bildiğimiz Avrupa kültüründen de başkaymış, onu gördük. Bizim bu cahillik farkındalığına varmamız ise tam tersi bir şekilde meydana geldi. Onların hadi bizden haberleri yok, ama biz "Batılılar" da, burada yaşayanlar ile ilgili aslında pek bir şey bilmiyormuşuz. Pol Pot'un, Kızıl Khmerler'in bir ulusa nasıl bir yıkım getirdiğini, toplumda nasıl bir travma yarattığını duymuştuk da, Kamboçya'nın kırsalında seyahat ederken on yıllar öncesinde gerçekleşen bu yıkımın etkilerinin toplumun içine nasıl da işlediğini daha önce hayal bile edemiyormuşuz.
Varlığından haberdar dahi olmadığımız gerçekler

Vietnam Savaşı'nı haberlerden, filmlerden, kitaplardan biliyorduk mesela, değil mi? Peki Vietnam'ın komşusu Laos'un tropik ormanlarında, medeniyetle herhangi bir bağı olmadan kendi halinde yaşayıp giden köylülerin üzerine ABD tarafından yağdırılan 270 milyon bombadan haberimiz var mıydı? 2. Dünya Savaşı'nda tüm Avrupa'ya düşen bomba sayısından daha fazlası bu ülkenin topraklarına 9 yıl içerisinde yağdı. (İstatistiklere göre 24 saat aralıksız bombalanmış olduğunu farz edersek, 9 yıl boyunca her 8 dakikada bir düşen bir bomba anlamına geliyor.) Bombalama bitip "barış" geldiğinde 80 milyon bomba hala patlamamış durumdaydı. Her yıl bu topraklarda yaklaşık 300 kişi 40 yıl önce düşen bombalar yüzünden can veriyor. Laos'un dünyanın en çok bombalanan ülkesi olduğunu hasbelkader biliyor olalım. Ancak bu ülkeye gelmeden, halkın yüzündeki acıları görmeden, hikayelerini kendilerinden dinlemeden bu trajediyi ve travmayı öğrenemezdik.
Bu ülkelerde her şey bu kadar karamsar değildi tabii. Bu ziyaretlerin en güzel tarafı, tüm travmaların, trajedilerin ve hatta vahşetlerin dahi arkasından peşi sıra gelen bir umut olduğunu görmek. Yaşam hala devam ediyor ve hem Laoslular, hem de Kamboçyalılar bunu çok iyi biliyor. Ziyaret ettiğimiz ülkelerin arasından içimizi ısıtan gülümsemeler ile en çok karşılaştığımız yerler bu ülkelerdi.
Kamboçya kadim tarihi, kültürü, gülümseyen insanları ve ucuzluğu ile içimizi ısıtıyordu zaten, ama gönlümüzdeki yerinin başka olmasının en büyük sebebi beyaz kumları, turkuaz suları ile bir cennet olan adası Koh Rong'da uzun seyahatimize verdiğimiz 10 günlük moladır. Bir kaç seyahat bloğunda Kamboçya'da bir Türk adası olduğunu okumuştuk. Koh Rong'da yaşayan bir kaç Türk vardır, gittiğimizde tanışır, iki lafın belini kırarız diyorduk ama adanın nüfusunun yarısının Türk olduğundan kimse bahsetmemişti. Memleket özlemi tam başlamışken burada geçirdiğimiz 10 gün derdime ilaç gibi geldi. Her sabah menemen ile kahvaltı ettik, akşamları Türkçe sohbet ettik. Uzun ve zaman zaman yorucu olan seyahatimizde bu adada verdiğimiz mola keyiften başka bir şey değildi.
Bu yazıyı yazarken Singapur'dayız. Bir sonraki durağımız Filipinler olacak ve ardından güney doğuya ilerleyerek Asya'ya veda edeceğiz. Planladığımız seyahatimizin henüz yarısına bile gelmedik ancak yaşadığımız maceraların, tanıştığımız insanların, biriktirdiğimiz hikayelerin her biri aklımızda, yüreğimizde kazılı duruyor. Seyahatimiz boyunca farklı kültürleri, yaşamları anlamaya çalışıyoruz. Bu farklılıkları tanımak için yollara düştük. Farklılıklarımızı gördükçe aslında ne kadar da birbirimize benzediğimizi ve en nihayetinde insan olduğumuzu düşünüyoruz. Dünya'nın dört bir yanına savrulmuş insancıklarız. Kendi ufak hayatlarımızda, kendi dünyamızın merkezinde, kendi serüvenimizi yaşıyoruz. Tüm farklılıklarımıza rağmen, ne kadar da birbirimize benziyoruz.
Biz 1 Haziran 2017'de kendi serüvenimizi yaratmaya çalıştık. İyi ki de yapmışız. Kendimizi şanslı sayıyoruz çünkü sadece başka dünyaları tanımaya değil, bu seyahat ile birlikte kendimizi de daha çok keşfetmeye başladık. Önümüzde gidilecek daha çok yol, yaşanacak daha çok macera var. 2017 Kafa Bi Dünya'ya başlangıç idi, 2018'in de seyahatle dolu olacağından kuşkumuz yok. Yepyeni diyarlar, yeni maceralar bizi bekliyor.
Bütçe ne durumda?
Dünya turu fikri ilk aklımıza geldiğinde en büyük problem tabi ki paramızın olmayışıydı. Dolayısıyla Kafa Bi Dünya seyahat projesini düşük bir bütçe ile nasıl gerçekleştirebiliriz diye çok kafa yorduk, hazırlıklarımızı ve planlamamızı da buna göre yaptık. Yaptığımız hesaplamaların sonunda üç aşağı beş yukarı kişi başı aylık 1200 CHF'ın bize yetebileceğini düşündük. Yani günlük kişi başı ortalama 40 CHF. En büyük harcama kalemlerimiz ulaşım, konaklama ve yiyecek - içecek olacaktı. Geçirdiğimiz 7 ay içerisinde bir çok hesapta olmayan harcama ile yüzleştik. Mesela Çin vizemiz olmadığı için Moğolistan'dan Güney Kore'ye ancak uçakla gidebiliyorduk ve bileti son dakikada aldığımız için neredeyse aylık bütçemizin yarısını tek bir uçuş için harcadık. Ya da aynı şekilde Moğolistan'da katıldığımız 8 günlük Gobi Çölü turu kişi başı 500 CHF ile aylık bütçemizin neredeyse yarısını götürdü. Tayland'da kredi kartımızı kopyaladılar ve 600 CHF'mizi banka hesabımızdan çaldılar. Ancak yeri geldi, sokaktaki en ucuz yemeği yedik, yeri geldi kalabalık koğuşlu hostellerde kaldık, yeri geldi başka kalemlerden tasarruf ettik ve genel olarak bütçemizin çok üzerine çıkmadan 2017 yılını kapattık. Bu sırada Güney Kore, Japonya gibi pahalı ülkelere, Moskova, Helsinki gibi pahalı şehirlere yaptığımız ziyaretler de neyse ki bütçedeki deliği pek fazla genişletmeden ardımızda kaldı.
2017 yılında yolda geçirdiğimiz 7 ayda şehirler arası ulaşım hariç kişi başı 7066 CHF (1009 CHF / aylık) harcamışız. En büyük harcama kalemi şehirlerarası ulaşımı kattığımızda ise bu miktar kişi başı 8093 CHF (1156 CHF / aylık) oluyor. Bir de uluslararası geçişler var. Bazı ülkelere girişte vize / damga parası ödedik, az önce de bahsettiğim gibi bazı ülkeler arasında uzun uçuşlar gerçekleştirdik, bunları da hesaba kattığımızda kişi başı 9196 CHF (1313 CHF / aylık) bir harcamamız olduğu görülüyor. Aç kalmadık, kötü yerlerde konaklamadık, dikkatli harcadık ama istediğimiz hemen hemen her şeyi de gerçekleştirdik. Bir etkinliğe katılmak istediğimizde sorduğumuz ilk fiyata atlamak yerine önce biraz araştırıp, en mantıklısına yöneldik. Tattığımız yüzlerce farklı yemeğin, ziyaret ettiğimiz sayısız yerin, sohbet ettiğimiz güzel insanların, izlediğimiz sayısız gün batımının, kumsallarında güneşlendiğimiz onlarca tropikal adanın keyfi ise yanımıza kar kaldı. Üstelik İsviçre'de hayatımızı sürdürdüğümüz zaman içerisindeki aylık giderlerimizi düşündüğümüzde Kafa Bi Dünya bütçemiz ve harcamalarımızın komik kaldığını bile söyleyebiliriz.
[KTU / ID-5826]
Quelle: kA