
Çoğumuz yaşamın içinde olduğumuzu sanıyoruz, ama aslında hayatı mesafeli bir izleyici gibi değerlendirmeye, kategorize etmeye, tanı koymaya, etiketlemeye çok daha yakınız. Bu iyi, bu kötü. Bu doğru, bu yanlış. Bu kişi tehlikeli, şu kişi güvenilir. Bu ilişki bana göre değil, bu duygu zayıflık…
Yargı, zihnin hayatta kalma stratejisidir. Travmalarla şekillenmiş bir benlik, güvenlik arayışıyla dünyayı “anlamaya” ve “kontrol etmeye” çalışır. Ancak fark etmediğimiz şey şu: Yargı, yaşama dair bütün potansiyelleri dondurur. Bir şey ya “iyi” olur ya da “kötü”; ama o şeyin şifa olasılığı ya da bize öğreteceği yeni bir yaşam bakışı hiç dikkate alınmaz.
Yargılarımızı Kim Yazdı?
Birçok insan, aslında kendi iç sesini değil, geçmişte duyduğu otoriter sesleri tekrar eder:
“Olmaz”, “Yakışık almaz”, “Sen kimsin ki?”, “Zayıf olma”, “İyi ol ama fazla görünme”, “Fazla hissetme”, “Çok isteme”…
Bu seslerin kökleri çocukluk travmalarımıza, toplumsal kodlara, kültürel rollerimize kadar uzanır. İçsel çocuğumuz, çoğu zaman sevilmek ve kabul görmek için kendi özgün ifadesinden vazgeçmiştir. Onun yerine “yargılayan ben” devreye girmiştir. Çünkü yargı, güvende hissetmenin bir yolu olarak öğrenilmiştir. Ama artık sormalıyız: Bu gerçekten bizim yaşamamız gereken bir hayat mı?
Yaşamak Ne Demek?
Yaşamak, deneyime açılmaktır. Hissetmeye, yanılmaya, büyümeye, hata yapmaya ve yeniden ayağa kalkmaya izin vermektir. Yargılar ise bu akışı dondurur. Bir ilişki başlarken, daha ilk bakışta “Bu kişi bana göre değil” deriz, çünkü eski bir kalp kırıklığının yankısı hala oradadır. Yeni bir işe başvurmak istemeyiz, çünkü geçmişte reddedilmenin izleri zihnimizde “yetersizim” yargısıyla donmuştur.
Oysa yaşamak, “şimdi”de kalma cesaretini gösterdiğimizde başlar. Ve evet, bu cesaret en çok da kendimizi yargılamadığımızda ortaya çıkar.
Peki Ne Yapmalı?
Bütünsel dönüşüm burada başlar. Yargılarla değil, merakla bakmayı öğrenerek.
• “Bu duygunun bana anlatmak istediği ne olabilir?”
• “Bu kişiye bu kadar tepki veriyorsam, acaba hangi yarama dokundu?”
• “Şu an hissettiğim öfkenin altında hangi bastırılmış ihtiyacım var?”
Kendimize bu tür soruları sormaya başladığımızda, zihnimiz “yargıç koltuğundan” kalkar, yerini şefkatli bir tanığa bırakır. Bu tanık, bizi suçlamaz; anlamaya çalışır. Ve tam orada, hayatla yeniden bağlantı kurulur.
Hayat, yargılarımızın ötesinde bir zenginliktir. Her karşılaşma, her duygu, her deneyim, kendi içinde bir öğretmendir. Ve dönüşüm, bu öğretmenleri fark ettiğimizde başlar.
Kendimizi, başkalarını ve hayatı yargılamaktan vazgeçtiğimizde yaşam, yeniden akmaya başlar.
Çünkü hayat , ancak içinde var olmayı seçtiğimizde gerçekten yaşanır.
Unutma; yargı, zihnin savunmasıdır, ama hayat cesaretle açılır.
Her seferinde şefkati seç, çünkü dönüşüm orada başlar.
Sevgiyle ve Yargısızca Kal….