
Ancak meseleye sadece 2024 penceresinden bakmak, son beş yılın gerçeklerini göz ardı etmek anlamına geliyor.
İsviçre’nin büyük şehirlerinde yaşayan binlerce kişi için hayatın her alanında yaşanan fiyat artışları, bu maaş artışını çoktan gölgede bırakmış durumda. Kiralar durmaksızın yükseliyor, uygun fiyatlı bir ev bulmak neredeyse imkânsız hâle geldi. Bir ev değiştirmek artık yalnızca fiziksel bir taşınma değil, aynı zamanda maddi ve psikolojik bir yük halini aldı. Aileler, artan kira fiyatları karşısında mevcut evlerinden çıkmaktan korkar hâle geldi.
Bununla birlikte yalnızca barınma değil, yaşamın her alanında hissedilen maliyet artışı da bu tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Elektrik faturalarına, sağlık sigortası primlerine, temel gıda ürünlerine ve ulaşım ücretlerine gelen zamlar; gastronomi sektöründeki fiyat artışları; tatil için planlanan otel konaklamaları ve uçuş ücretleri gibi alanlarda yaşanan yükseliş, vatandaşın alım gücünü her geçen gün daha da zayıflatıyor.
Bu şartlar altında “reel gelirler yükseldi” demek, birçok kişi için istatistiksel bir teselliden öteye geçmiyor. İnsanlar, beş-altı yıl önce aynı maaşla çok daha fazla şey yapabiliyordu. Günlük ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabiliyor, bir tatili planlarken defalarca hesap yapmak zorunda kalmıyorlardı. O günlerdeki refaha yeniden ulaşmak istiyorsak, bugünkü maaşların en az %20 oranında artması gerekiyor. Bu sadece bir beklenti değil, yaşamsal bir gereklilik hâline geldi.
Federal İstatistik Dairesi’nin açıkladığı bu son veriler, belki 2023 yılına göre bir iyileşme gösteriyor olabilir. Ancak son beş yılın tamamı değerlendirildiğinde, yaşanan ekonomik sıkışmışlık ve artan yaşam maliyetleri düşünüldüğünde, bu gelişmenin tatmin edici olduğunu söylemek mümkün değil. Hükümetin artık emeklisine, memuruna ve tüm çalışan kesime yönelik çok daha kapsamlı, adil ve kalıcı iyileştirmeler yapması kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Özel sektörün de sorumluluk alması gerekiyor. Şirketler, elde ettikleri kârı yalnızca yönetici kademesiyle paylaşmamalı; emeğiyle bu yapıyı ayakta tutan çalışanlarına da hak ettikleri yaşam koşullarını sunmalıdır. Zam oranları, sadece enflasyon rakamlarına endekslenerek değil, insanların gerçek ihtiyaçları ve hayat pahalılığı dikkate alınarak belirlenmelidir.
Sonuç olarak, istatistikler her zaman bir hikâye anlatır. Ama asıl hikâye, sokakta, evde, markette, aile sofralarında yazılır. Ve bu hikâyede insanlar hâlâ temel ihtiyaçlarını kısmak zorunda kalıyor, market arabasını doldurmadan önce fiyat hesapları yapıyor, tatil planlarını rafa kaldırıyor, çocuklarının ihtiyaçlarını erteleyerek ay sonunu getirmeye çalışıyor. Bu gerçekler ortadayken, %0,7’lik artışın başarı gibi sunulması sadece rakamların konuştuğu ama insanın sustuğu bir düzene işaret eder.