
İlişkiler, dostluklar, aile bağları…
Hepsi sanki birer hızlı tüketim ürünü gibi: hızlı kuruluyor, çabuk bozuluyor, kolayca değiştiriliyor. Artık bir insanı tanımak için sabretmiyoruz, anlamak için beklemiyoruz.
Çünkü çağ bize sabrı değil, “ulaşılabilirliği” öğretiyor.
Ve ne kadar ulaşabiliyorsak, o kadar “vazgeçilebilir” hale geliyor her şey.
Birini gerçekten dinlemekten çok, sıra bize geldiğinde ne söyleyeceğimizi düşünüyoruz.
Birine gerçekten bakmaktan çok, kendi görülme ihtiyacımızı doyurmaya çalışıyoruz.
Sevgi bile, bir çeşit performansa dönüştü: “Ben daha çok veriyorum.”, “O beni yeterince fark etmiyor.”, “Neden ben hep anlayan oluyorum?”
Ama hiç durup şu soruyu soruyor muyuz: “Ben gerçekten seviyor muyum, yoksa sadece sevilmek mi istiyorum?”
Mindful bir ilişki, işte tam da burada başlar.
Yani yavaşlamakta, fark etmekte, kendine dürüst olmaktadır.
Bir başkasını suçlamadan önce, içimizdeki yankıya kulak vermekte.
Çünkü her ilişkide aslında karşımızdakini değil, kendimizi görürüz.
Kırıldığımız yer, kendi kırık yerimize dokunduğu içindir.
Yargıladığımız şey, çoğu zaman içimizde bastırdığımız bir yönümüzdür.
Ve uzaklaştığımız insanlar, aslında kendimizden uzaklaştığımız tarafların birer yansımasıdır.
Gerçek sevgi, cesaret ister.
Çünkü sevgi, kontrol etmeyi değil, teslim olmayı gerektirir.
Savunmalarını bırakmayı, “haklı” olma ihtiyacını kenara koymayı,
“Ben de hata yapabilirim.” diyebilmeyi…
Bu cesareti gösteremediğimizde, sevgi zırha dönüşür.
Kendimizi koruruz, ama aynı zamanda bağ kurma gücümüzü de kaybederiz.
Ve sonunda elimizde kalan şey, görünürde bir yakınlık ama kalben bir yalnızlıktır.
Belki de artık birbirimizi değil, kendi gölgemizi tanımanın zamanı gelmiştir.
Bir ilişkide neyin eksik olduğuna bakmadan önce,
benim içimde neyin görülmek istediğini fark etmenin…
Belki o zaman fark ederiz:
Hiçbir ilişki, bizi “tamamlamak” için gelmez.
Ama hepsi, bizi “bütün” halimize geri döndürmek için gelir.
Kendi içimizle barıştığımızda, karşımızdakini de savaş meydanı olarak görmekten vazgeçeriz.
Kendimize şefkat duyduğumuzda, başkalarını anlamak kolaylaşır.
O zaman ilişkiler zorlaşmaz; sadece gerçekleşir.
Ve o gerçeklikte bir huzur vardır — sessiz ama derin bir huzur.
Belki artık “doğru insanı bulmak” değil,
“doğru şekilde sevebilmek” zamanı gelmiştir.








