Haber Arama
Haber Yada Kategori Arayın...
Nur Hayat Yıldız
10 yılı aşkın süredir bireysel seanslar ve atölyeler aracılığıyla; mindfulness, nefes terapisi ve bütünsel dönüşüm alanlarında bireylere rehberlik ediyorum. Amacım, modern yaşamın karmaşasında özle buluşmayı, içsel dengeyi yeniden kurmayı ve bireyin kendi en iyi versiyonuna ulaşmasını desteklemek. Çalışmalarımda bilimsel temelli tekniklerle spiritüel farkındalığı buluşturarak, katılımcılara hem zihinsel hem de duygusal düzeyde derinleşebilecekleri alanlar sunuyorum. Her yolculuk bir keşif, her dokunuş bir dönüşüm.
Kendini gerçekten tanıyor musun?
İnsan, varoluşunun en büyük bilmecesiyle çoğu zaman yaşamının en geç safhasında karşılaşır: “Ben kimim?”

Bu soru, yalnızca felsefi bir merak değil; aynı zamanda psikolojinin, edebiyatın ve yaşamın tam kalbine dokunan bir sorudur. Ne var ki modern çağın hızında, insanın kendiyle tanışma imkânı neredeyse elinden alınmıştır.

Ruhbilim bize gösteriyor ki bireyin ruhsal dengesi, öz-farkındalıkla doğrudan bağlantılıdır. Carl Gustav Jung’un sözleriyle, “Karanlıkla yüzleşmeyen, ışığın ne olduğunu bilemez.” Kendi gölgeleriyle tanışmayan birey, sürekli dış dünyada bir ışık arar; tüketimle, başarılarla, kalabalıklarla doyurmaya çalışır içsel boşluğunu. Fakat ne kadar koşarsa koşsun, insanın en büyük mesafesi yine kendi içinedir.

Edebiyatın aynasında da bu durum sıkça karşımıza çıkar. Dostoyevski’nin kahramanları, kendi iç dehlizlerinde boğulur; Oruç Aruoba, insanın kendini duyamayışından söz eder. Bu metinler bize şunu hatırlatır: İnsan, kendi hakikatini görmeden evrenin hakikatini kavrayamaz.

Bugünün toplumsal atmosferi ise bireyi sürekli “dışarıya” çağırıyor: daha çok üret, daha çok göster, daha çok beğenil. Bu çağrıya kapılan birey, kendini bir vitrin hayatının dekoru haline getiriyor. Psikolojik açıdan bu, yabancılaşmanın en rafine biçimidir. Kendine yabancılaşan insan, ruhsal dengesini yitirir; kaygı, öfke, tükenmişlik, yalnızlık duygusu derinleşir.

Oysa insanın kendiyle kurduğu ilişki, varoluşun merkezinde yer alır. Kendini tanımak demek, yalnızca güçlü yanlarını değil; zayıflıklarını, korkularını, kırılganlıklarını da kabul edebilmek demektir. Kendine dürüstçe bakabilmek, kişinin ruhsal sağlığında bir dönüm noktasıdır.

Burada bir soru belirir: “Peki insan, kendini nasıl tanır?”
Psikoloji bize, öz-farkındalığın küçük pratiklerle geliştiğini söyler: Duygularını gözlemlemek, düşüncelerini yazmak, nefesin farkına varmak, ilişkilerdeki tepkilerini sorgulamak. Edebiyat ise der ki: Kendini tanımak, bir yolculuktur. Kahramanın yolu gibi, bazen sancılı, bazen coşkulu; ama her zaman dönüştürücü.

Ve belki de en önemlisi: İnsan, kendini tanımayı erteledikçe başkalarının gölgesinde yaşamaya mahkûm olur. Çünkü kendi içindeki sesi duymayan, dış dünyanın gürültüsünü hakikat sanır.

Bugün kendine şu soruyu sorabilirsin:
“Benim gerçekten bana ait olan ne?”
Cevabı bulduğunda, belki de yıllardır aradığın huzurun aslında içindeki en derin sessizlikte saklı olduğunu göreceksin.

Reklam Banner
Reklam Banner
Reklam Banner
Reklam Banner
Reklam Banner
Diğer Yazıları
2025
Pusula Swiss – Tüm hakları saklıdır.
Özel Haber
Etkinlik
Anasayfa
Yazarlar
Video