
Son günlerde gökyüzü kararsız. Bir gün güneşli, ertesi gün gri. Rüzgâr ve bulutlar ruhlarımıza da sızıyor gibi. Sabah pencereyi açıp bulutları görünce içimiz de kapanıyor bazen. “Bugün de içim daraldı,” diyoruz. Ama belki de asıl soru şudur: Havalar mı bize etki ediyor, yoksa biz mi kendi havamızı yaratıyoruz?
Carl Jung, insanın dış dünyaya bakarak kendini unuttuğunu söyler: “Dışarıya bakan rüya görür; içeriye bakan uyanır.” Belki de hava, yalnızca gökyüzünde değil, içimizde de değişiyordur. Bulut, bastırdığımız bir duygunun metaforudur; yağmur, içimizden taşan bir sükûnet çağrısı; rüzgâr ise içsel bir temizliğin sesi.
Bir sabah gri gökyüzüyle uyanırız ve moralimiz bozulur. Oysa aynı gökyüzüne bakan başka biri, “Bugün hava mis gibi serin” diyebilir. Değişen hava değil; bakış açımızdır. İnsan dünyayı olduğu gibi değil, kendi içinden geçtiği hâliyle görür.
Bazı insanlar vardır; bulutlu bir günde bile içlerinden ışık taşır. Çünkü onlar havayı beklemez, kendi iklimlerini yaratır. Huzuru dışarıda aramazlar; içlerinde kurdukları bir denge, bir sessizlik, bir “iç bahar” vardır. Ve bu bahar, mevsimden bağımsızdır.
Sonunda anlıyoruz ki:
Gökyüzü ne yaparsa yapsın, asıl hava içimizde esiyor. Biz kararıp dağılıyoruz, biz durulup açıyoruz. En büyük olgunluk, havaya teslim olmamak; kendi iç mevsimimizi farkındalıkla seçebilmek..
Kısa Hatırlatma;
Bu hafta pencereyi açarken sadece gökyüzüne değil, kalbine de bak. Gökyüzü gri olabilir — ama sen istersen, kendi havanı aydınlatabilirsin.
Sevgiyle…