
İnsan yalnızca biyolojik bir mekanizma değildir. İnsanı “hasta” yapan şey, bazen bir virüs değil, kelimelere dökülememiş bir yas olabilir. Bazen bir bakteriden çok, yıllarca susmak zorunda bırakılmış bir çocuğun içsel çığlığıdır. Modern tıbbın çoğu zaman gözden kaçırdığı gerçek şudur: Beden, duyguların en sadık arşividir.
Psikosomatik tıp bize yıllardır şunu söyler: Bastırılan duygular, bedende farklı kılıklarda geri döner. Sırt ağrısı, taşınamayan yüklerin imgesi olabilir. Migren, baskılanmış öfkenin titreşimi. Midede yanma, sindirilemeyen duyguların bedensel yankısı… Bu noktada soruyu tersine çevirebiliriz: Belki de biz “hasta” değiliz; belki de bedenimiz, sözcükleri olmayan bir dili konuşuyor.
Tam burada mindfulness bize yeni bir kapı açar. Mindfulness, ne bir “rahatlama tekniği”dir ne de sadece bir meditasyon biçimi. O, bedenin fısıltılarını duymayı öğrenmektir. Bir ağrının yükselişini, bir sıkışmanın göğüste nasıl belirdiğini, bir nefesin nasıl kesildiğini fark etmektir. Yargılamadan, bastırmadan, değiştirmeye çalışmadan…
Şunu unutmamak gerekir: Duygular yok edilmez, dönüştürülür. Ve dönüştürmenin ilk adımı, onların varlığını kabul etmektir. Mindfulness, bu kabulün pratiğidir. Kendi bedenini, zihnini ve duygularını gözlemleyen insan, “hastalığının” aslında bir mesaj taşıdığını görmeye başlar.
Öyleyse soralım: Gerçekten hasta mıyız? Yoksa bedenimiz, ruhumuzun unuttuğu hakikati bize tercüme ediyor? Belki de “hastalık” sandığımız şey, sağlığın ilk işaretidir. Çünkü ancak o zaman fark ederiz; beden sustuğunda ruh konuşmaz, ama ruh susturulduğunda beden asla susmaz.
Sağlıkla Kalın