
Bu sadece bir hikaye değil. Dünya Sağlık Örgütü’nün yeni raporuna göre Avrupa’da her yedi çocuktan biri böyle bir ruhsal fırtınanın içinde yaşıyor. Son 15 yılda bu tablo üçte bir oranında kötüleşmiş. En ağır yükü ise kız çocukları taşıyor; 15-19 yaş aralığındaki her dört genç kızdan biri ruhsal sorun yaşadığını dile getiriyor. Rakamlara bakınca bir istatistik tablosu görüyormuşuz gibi geliyor ama unutmayalım: Bu sayılar, bizim geleceğimiz, kardeşlerimiz, onların arkadaşları ve çocuklarımız..
DSÖ’nün vurguladığı önemli bir nokta daha var: Bu sorun sadece Avrupa’ya özgü değil. Pandeminin çalkantısı, izolasyonun sessizliği, savaş görüntülerinin ağırlığı ve ekonomik belirsizlikler dünyanın dört bir yanında gençlerin omuzlarına yük bindirdi. Bugünün gençleri içe kapanıyor, kaygılanıyor, umutsuzluğa kapılıyor. Üstelik çoğu kez seslerini duyuracak bir yetişkin bile bulamıyorlar.
Avrupa gibi güçlü sosyal devletler geleneğine sahip bir coğrafyada bile gençlerin profesyonel desteğe erişimi hala yetersiz. Birçok ülkede toplum temelli ruh sağlığı merkezleri yok veya kapasitesinin çok altında. Gencin sığınabildiği yer ise çoğu zaman internet oluyor. Yapay zeka sohbet botlarının, algoritmaların, yüzünü görmediği ekranların arasında bir avuç teselli arıyorlar. Oysa insanın insana iyileştirici dokunuşu hiçbir yapay sistemle kıyaslanamaz.
Ruh sağlığı bireysel bir mesele olmaktan çıktı; toplumsal dayanıklılığın, ekonomik gücün ve gelecek vizyonunun merkezinde yer alıyor artık. Eğer bugün gençleri duyamazsak, yarının toplumlarını krize teslim ederiz. Avrupa bu noktada önemli bir yol ayrımında. Gençlere güvenli alanlar açabilir, destek mekanizmalarını güçlendirebilir, bu sessiz çığlığı duyabileceğini gösterebilir. Bu yalnızca Avrupa için değil; dünyanın dört bir yanındaki gençler için bir umut kapısı aralayabilir.
Her genç, hayatının en kırılgan döneminde görülmeyi, duyulmayı ve desteklenmeyi hak ediyor.








