
Alkışların ardında sevinç kadar sitem, melodilerin içinde umut kadar öfke de vardı.
St. Jakobshalle’de o gece öne çıkan en parlak isim, Avusturya’yı temsil eden Johannes Pietsch sahne adıyla JJ oldu. “Wasted Love” adlı şarkısıyla sadece kulaklara değil, kalplere de hitap etti. Modern elektronik tınılarla klasik operayı harmanlayarak adeta Avrupa'nın müzik tarihini bugüne taşıdı. Sahnedeki her hareketi, her notası kusursuzdu. Ve evet, bu performans 1966 ve 2014'ün ardından Avusturya'ya gelen üçüncü birinciliği sonuna kadar hak etti.
Ama o gece sahnede sadece müzik yoktu. Göz ardı edilemeyecek bir başka gerçek vardı: siyasetin soğuk gölgesi.
İsrail’in temsilcisi Yuval Raphael, sahneye çıkmadan günler önce sosyal medyada ve şehir sokaklarında protestolarla karşılaştı. Hedef o değildi belki ama taşıdığı bayrak, Gazze’de yaşananların simgesine dönüşmüştü. Sahneye adımını attığı anda salondaki hava değişti; kimi sessizce salonu terk etti, kimi alkışlamayı reddetti, kimi ise sembolik jestlerle tepkisini gösterdi. Eurovision her zaman “siyaset üstü” olduğunu iddia etti ama bu yıl, o sınır çizgisi çoktan aşılmıştı.
Raphael’in aldığı yüksek oylar ise yarışma sonunda yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi: Bu sonuç, gerçekten müziğe mi verildi, yoksa siyasi dengelere mi? Özellikle sosyal medyada “politik oylama” eleştirileri dalga dalga yayıldı.
Tüm bu karmaşaya rağmen, Basel’in gösterdiği ev sahipliği gerçekten etkileyiciydi. Şehir adeta bir festival alanına dönüştü. Meydanlara kurulan dev ekranlar, rengarenk sokak süslemeleri, konserlerle dolup taşan caddeler… Müzik, insanları bir araya getirdi. Ekonomik katkı da azımsanacak gibi değildi; oteller doldu, restoranlar taştı, şehir milyonlarca euroluk bir kazanç elde etti.
Gecenin sunucuları Hazel Brugger, Sandra Studer ve Michelle Hunziker, enerjileri ve profesyonellikleriyle atmosferi diri tuttu. Eurovision’un belki de en büyük gücü farklı ülkeleri, kültürleri ve hatta anlaşmazlıkları bir sahnede buluşturabilmesi.
2025 Eurovision’u, Avrupa’nın bugünkü ruh halini belki de en çıplak haliyle yansıttı. JJ’in zaferi, evet, hak edilmişti. Ama akıllarda kalan sadece şarkılar değil, aynı zamanda şu sorular oldu: Sanat gerçekten ne kadar özgür? Müzik her zaman tarafsız olabilir mi? Ve Eurovision, kendi çizdiği siyasetsiz alanı koruyabilecek mi?
Belki bu soruların yanıtı 2026’da daha netleşir. Ama bugün bildiğimiz bir şey var; müzik, sadece eğlendirmez. Bazen bir şeyleri hatırlatır, bazen de içimizde umut filizlendirir.