
Savaş haberleri, iklim krizi, ekonomik sıkıntılar, üstüne deprem, yangın, salgın derken… Herkesin içinde büyük bir kaygı var.
Ama fark ettim ki, bu soru aslında dünyanın geleceğinden çok, bizim iç huzurumuzla ilgili. Yani “dünya batacak mı?” diye sorarken, aslında kendi hayatımızda kontrolü kaybetmekten korkuyoruz.
Kaygı büyüdükçe de hayatın tadı kaçıyor. Telefonu açıyorsun, haber bildirimleriyle için daralıyor. Sosyal medyada birkaç dakika geziniyorsun, insanlar ya şikâyet ediyor ya umutsuzluk yayıyor. Sonra o duygu sana da bulaşıyor.
Peki bu mudur hayat? Sadece felaketleri konuşarak mı yaşayacağız?
Oysa fark edersen, şu anın içinde bile tutunacak onlarca şey var. Sabah kahveni içerken bardaktan yükselen buhar, yürürken yüzüne çarpan rüzgâr, yanından geçen bir çocuğun kahkahası… Küçücük ayrıntılar ama hepsi sana şunu söylüyor: “Hayat hâlâ burada, devam ediyor.”
Şöyle basit bir şey dene,
Telefonunu bir kenara bırak, derin bir nefes al. Çevrene bak, üç tane detay seç. Belki odanın köşesindeki saksı, belki pencereden giren ışık, belki de sokaktan geçen birinin sesi… İşte o anda fark edeceksin: Dünya sandığın kadar karanlık değil. Sen görebildiğin kadarını yaşıyorsun.
Depremler, krizler, savaşlar… Evet, bunlar olacak. Hayat güllük gülistanlık değil. Ama unutma, biz sürekli “son ne olacak?” diye korkuya teslim olursak, elimizdeki tek güzelliği de kaçırırız. Oysa bir nefesin kıymetini bilmek bile hayata tutunmak için yeterli.
Benim için en güçlü gerçek şu…Dünyanın sonunu felaketler değil, insanların bakış açısı belirleyecek. Biz korkuyu büyütürsek karanlık çoğalır. Ama biz umudu fark edersek, ışık büyür.
O yüzden soruyu biraz değiştirelim,
“Bu dünyanın sonu ne olacak?” yerine,
“Ben bugün hangi güzelliği fark ettim, hangi umudu yaşattım?”
Cevap işte orada. Dünya biz fark ettikçe güzelleşecek