
Zamanın ruhu hız. Hızlıca mesaj at, hızlıca çöz, hızlıca affet, hızlıca unut. Ama insan kalbi hızlı işlemiyor. Anlam, yavaşlıkta gizli. Ve bu yavaşlığı, bu derinliği bize hatırlatan en güçlü araç; Mindfulness.
Bir sabah düşün. Uyandığında sevdiğin kişi mutfağa geçmiş, kahve yapıyor. Gidip sarılmak yerine telefona uzanıyorsun. O an, küçücük bir tercih gibi görünse de bir hikâyenin dönüm noktasıdır aslında. Çünkü o kahve, belki de bir barış teklifiydi. Belki gece boyunca düşündü, sabaha umut taşıdı. Ama sen “orada” değildin.
Mindfulness, işte bu anlarda başlar. An’da olmak, sadece o kahveyi görmek değil; niyetini, duygusunu, sessizliğini de duymaktır. Partnerini anlamak, sözlerinden çok gözlerine kulak vermekle ilgilidir bazen. Ve bu beceri, geliştirilmedikçe körelir.
İlişkilerde Mindfulness;
Anı kaçırmamak. Kalbini, öfkenin değil şefkatin rehberliğine teslim etmek. Tartışırken bile “Bu kişi şu an ne hissediyor?” diye sorabilmek. Onun çocukluğunu, korkularını, kırık aynalarını unutmayacak kadar “orada” kalabilmek.
Çünkü gerçek sevgi, “Ben haklıyım” diyen sesle değil, “Seni duyuyorum” diyen kalple büyür.
Ve ancak anlaşıldığımız yerlerde gerçek bir bağ kurarız.
Belki de şu soruyu sorarak başlayabiliriz:
Bugün gerçekten dinledim mi? Yoksa sadece sıranın bana gelmesini mi bekledim?
İşte bu sorunun cevabında saklı ilişkilerin kaderi.
Unutma, bir ilişkiyi ayakta tutan şey her zaman büyük laflar ya da romantik jestler değildir. Bazen sadece birinin gerçekten, içtenlikle “Anlıyorum” demesidir.
Ve o an, bir ilişki yara almaz. Şifa bulur.