
Modern tıp hastalıkları çoğunlukla laboratuvar sonuçları ve görüntüleme bulguları üzerinden tanımlar. Fakat bazen her şey normal görünür, kişi yine de iyi hissetmez. Ağrılar, gerginlikler, açıklanamayan yorgunluklar sürer. İşte o noktada, bedenin bize anlatmaya çalıştığı ama bizim duyamadığımız bir hikâye vardır. Çünkü zihin unutur ama beden unutmaz.
Zihinle beden arasında düşündüğümüzden çok daha güçlü bir bağ vardır. Yaşadığımız her duygu, her korku, her bastırılmış anı, sinir sistemimizde, kaslarımızda, hatta hücresel düzeyde bir iz bırakır. Beden, yaşanan her deneyimi bir çeşit hafıza olarak taşır. Bu yüzden bir koku, bir ses, hatta bir nefes bile yıllar önce yaşanmış bir duyguyu yeniden yüzeye çıkarabilir.
Nörobilim araştırmaları, beynin duygusal merkezleriyle bedensel duyumları yöneten sistemlerin sürekli iletişimde olduğunu gösteriyor. Özellikle limbik sistem ve insula bölgesi, hem duygusal tepkilerimizi hem de bedensel algılarımızı düzenliyor. Yani duygu ve beden birbirinden ayrı değil; aynı hikâyenin farklı sayfaları.
Bazen tıpta “nedeni bulunamayan” hastalıklar da işte bu sessiz hafızanın yansımalarıdır. Kronik ağrılar, mide sorunları, uyku bozuklukları, kas gerginlikleri… Laboratuvar sonuçları normaldir ama beden hâlâ bir şey anlatmak ister. Psikosomatik tıp araştırmaları da, geçmişte yaşanan travma ve stresin yıllar sonra fiziksel semptomlar olarak geri dönebildiğini ortaya koyuyor.
Bu hatırlama süreci çoğu zaman bilinçli değildir. Beden, bir ağrı ya da nefes darlığıyla “beni duy” der adeta. Dinlemeyi öğrendiğimizde, iyileşme de o anda başlar. Çünkü beden, bastırılmış duyguların diliyle konuşur.
Elbette her hastalık psikolojik değildir. Ancak insanı sadece biyolojik verilerle açıklamaya çalışmak da eksiktir. Çünkü insan sadece bir vücut değildir; duygularıyla, anılarıyla, düşünceleriyle bir bütündür. Gerçek şifa da bu bütünlüğü fark etmekle başlar.
Bir nefes ve mindfulness eğitmeni olarak yıllardır gözlemliyorum: İnsan, kendi bedenine gerçekten kulak verdiğinde geçmişinin yankılarını duymaya başlar. Nefesin açıldığı yerde farkındalık genişler. Çünkü nefes, zihnin sustuğu, bedenin konuştuğu yerdir. Bedende biriken gerginlikler, bastırılmış duygular farkındalıkla temas ettiğinde yavaşça çözülür. Kişi bedenine savaş açmak yerine onunla iş birliği yapmayı öğrenir.
Mindfulness uygulamaları tam da bu noktada devreye girer. Zihni geçmişin pişmanlıklarından ve geleceğin kaygılarından uzaklaştırarak bedende olup bitene şefkatle yaklaşmayı öğretir. Nefes farkındalığı, sinir sistemini sakinleştirir, kortizol seviyesini düşürür, vagus sinirini aktive eder. Bilimsel çalışmalar, düzenli nefes ve meditasyon uygulamalarının hem bağışıklık sistemi hem de kronik stres yönetimi üzerinde olumlu etkiler yarattığını doğruluyor.
Belki de iyileşmenin en önemli adımı, bedenin sessizliğini dinlemeyi öğrenmektir. Çünkü beden, yıllardır bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor olabilir. Biz sustuğumuzda değil, dinlediğimizde şifa başlar.
Bedenin hafızasına kulak vermek, geçmişin yükünü fark etmek, nefesle o alanı yumuşatmak… Bunların hepsi şifanın doğal yollarıdır. Bedenin hafızasını bastırmak yerine ona alan açtığımızda, o sessiz kayıtlar çözülür. Ve bazen tıbbın bulamadığını, farkındalık bulur.
Çünkü beden unutmaz. Ama biz hatırlamayı, fark etmeyi ve nefesle yeniden dengeye dönmeyi öğrenebiliriz.








