Haber Arama
Haber Yada Kategori Arayın...
Fatma Koçer
Fatma Koçer, Güneş burcu Boğa, yükseleni Kova olan bir astroloji tutkunu. 25 yıllık finans ve muhasebe kariyerine paralel olarak astrolojide derinleşmeye karar verdi. Analitik bakış açısını sezgisel gücüyle harmanlayan Fatma, doğum haritalarındaki sembolleri çözümlemeyi bir sanat olarak görür. Yazılarında gökyüzünün rehberliğini hayata taşırken, okuyucularına farkındalık ve ilham sunmayı amaçlar. Astrolojiyi kehanetten öte, kendini tanıma ve dönüşüm yolu olarak gören Fatma, sade anlatımıyla okuyucularına rehberlik etmeyi hedefler.
Yıldızların İzinde
Atlantis’ten Osmanlı Sarayına Uzanan Astrolojinin Kadim Yolculuğu
Astroloji, bazılarınca hâlâ “fal” sanılsa da insanlık tarihinin en eski ilimlerinden biridir. Çünkü astroloji doğrudan matematiğe, gözleme ve ölçüme dayanır — yani fizik ve sembol dilinin birleştiği bir bilimdir.

İnsanoğlu var olduğundan beri gökyüzüne bakar; yıldızların hareketiyle mevsimleri, hasat zamanlarını ve insan doğasını okumayı öğrenmiştir.

Bugün araştırmacılar, astrolojinin izlerini yalnızca kitaplarda değil, taşlarda da buluyor. Göbeklitepe’nin Sirius yıldızıyla hizalanarak inşa edildiği, Mısır Piramitleri’nin Orion Kuşağına göre konumlandığı, Nemrut Dağı’ndaki Aslanlı Horoskop’un ise Ay, Jüpiter, Merkür ve Mars’ın Regulus yıldızıyla kavuşumunu betimlediği biliniyor. Bu kabartma; M.Ö. 109 yılının 14 Temmuz günü saat 19.37’yi işaret eder ve tarihte bilinen en eski horoskop kabul edilir.

İnsanlık gökyüzüne sadece bakmadı — onu taşlara, tapınaklara, medeniyetin kalbine kazıdı.

Köken: Atlantis’ten Gelen Bilgelik

Kadim efsaneler, astrolojinin köklerini Atlantis uygarlığına kadar götürür. Büyük tufandan kurtulan bilge rahiplerin göksel bilgeliği Mısır’a taşıdığı, bu mirasın ilk taşıyıcısının ise Hz. İdris olduğu anlatılır. Tarihçiler onu Yahudilik’te Hanok (Enoch), Yunan mitolojisindeki Hermes ve Mısır geleneğindeki Thot’la özdeşleştirir. “Yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır” sözüyle evrenle insan arasındaki yansımayı anlatmıştır. Bu nedenle gök cisimlerinin hareketlerini anlamlandıran ilk bilge yani “astrolojinin atası” kabul edilir.

Hatırlatmak isterim ki  tarih sahnesinde bilinen ilk astrolojik sistem Mezopotamya’da doğdu.

M.Ö. 2000’lerde Babil rahipleri, yıldızların hareketlerini izleyerek gökyüzüyle yeryüzü arasındaki bağı çözdüler ve 12 burçlu Zodyak sistemini geliştirdiler. Bu bilgi daha sonra Pers, Mısır ve Hint uygarlıklarına yayıldı.

Antik Mısır’dan Helenistik Yunan’a

Mısır rahipleri yıldızların döngüsünü izleyerek ilk takvimi icat etti. Bu bilgi, İskenderiye Kütüphanesi aracılığıyla Helenistik Yunan dünyasına aktarıldı.

Bu dönemin en parlak ismi Claudius Ptolemy (Batlamyus, 1. yüzyıl) idi. “Tetrabiblos” adlı eseriyle astrolojiyi bilimsel bir sistem hâline getirdi; gökyüzü ve yeryüzü arasındaki ilişkileri matematikle açıkladı.

Bir asır sonra, Antakyalı Vettius Valens (M.S. 2. yüzyıl) “Anthologia” adlı eserinde yüzlerce horoskopu toplayarak astrolojiyi uygulamalı bir bilime dönüştürdü.

İslamiyet’in Altın Çağı

8.yüzyılda Bağdat’taki Beytü’l Hikme, gökyüzü biliminin kalbi hâline geldi. Burada astronomi ve astroloji ayrılmaz iki kardeş ilim sayılırdı: biri gökyüzünü ölçer, diğeri anlamını çözerdi. 

Bu dönemin öncülerinden Maşa’allah (740–815), Bağdat’ın kuruluşunda görev almış, yirmiden fazla eser kaleme alarak Batı astrolojisinin temellerini atmıştır. 

Öğrencisi Ebu Ali el-Hayyat (770–835) doğum haritaları üzerine yazdığı eserlerde antik kaynakları İslam dünyasına kazandırmıştır. 

Bu bilgi zincirini Ebu Ma‘şer el-Belhî (787–886)  sürdürdü. Batı’da Albumasar olarak tanınır ve miras bırakdığı eserleriyle astrolojiyi bilimsel temele oturtmuştur.

El-Kindî (801–873) “Arapların Filozofu” olarak bilinir. Astrolojiyi felsefeyle birleştirmiştir. 
Bir sonraki yüzyılda El-Bîrûnî (973–1048) sahneye çıktı ve gök cisimlerinin hareketlerini matematiksel kesinlikle açıklayarak astrolojiyi evrensel bir bilim diline dönüştürmüştür. 

Onu izleyen Musevi bilgin İbn Ezra (1089–1167), Doğu’nun bilgisini Avrupa’ya taşımış; “Sefer Reşit Hokmah” adlı kitabı yüzyıllar sonra Fransızca ve İngilizceye çevrilerek Batı Rönesansı’na ışık tuttu.

Astrolojinin ruhsal yönünü ise Muhyiddin İbn Arabî (1165–1239) temsil eder. 

“Uyanana kadar insan gezegenlerin tesirindedir; uyanmış kişi gezegenlere tesir eder” sözüyle bu ilmin özünü özetler. Fütûhât-ı Mekkiye” ve “Saatlerin Hazinesi” gibi eserlerinde gökyüzü hareketlerini insanın içsel dönüşümüyle ilişkilendirmiştir. Bu bakış açısı hem Doğu hem Batı düşüncesini derinden etkilemiştir. 

Yüzyıllar sonra bu miras Uluğ Bey (1394–1449) ile Semerkant’ta yeniden parladı. Türk hükümdar, matematikçi ve gökbilimci olan Uluğ Bey, “İlmin hükümran olduğu bir ülkenin ferdi olmayı hükümdar olmaya tercih ederim” sözüyle bilime adanmış bir hayat sürmüştür.

Semerkant’ta kurduğu rasathane, dönemin en büyük gözlem merkeziydi. Hazırladığı Zîc-i Uluğ Bey cetveliyle yıldızların konumlarını olağanüstü doğrulukla hesapladı. Bugün Ay yüzeyinde bir krater onun adını taşır — çünkü Uluğ Bey, gökyüzünü yeryüzüne indiren bir bilgeydi.

Osmanlı’da “İlm-i Nücûm”

Osmanlı’da astrolojiye ‘İlm-i Nücûm’ denirdi ve bu ilim Osmanlı Devleti nezdinde resmen tanınırdı. Saraya müneccimbaşı olabilmek için adaylar astronomi ve astroloji eğitimi alır, ardından sıkı bir sınava tabi tutulurdu. Bu sınavı geçenler yalnızca sarayda değil, devlet nezdinde de görev yapar; takvim hazırlamak, tutulmaları hesaplamak ve savaşlar için “eşref-i saat” belirlemekle yükümlü olurlardı.

Sadullah El-Ankaravî ve Hüseyin Efendi bu geleneğin önde gelen isimlerindendi. 18.⁠ ⁠yüzyılda Erzurumlu İbrahim Hakkı, “Marifetnâme” adlı eseriyle bu bilgeliği halka indirdi. Eserinde astrolojiyi tıp ve felsefeyle birleştirerek, “yıldızların dilini insanın kalbine tercüme etti.”

Aynı yüzyıllarda Avrupa’da da gökyüzü yeniden keşfediliyordu

Guido Bonatti (13. yy) astrolojiyi akademik sisteme taşıdı; Jean-Baptiste Morin (1583–1656), “Astrologia Gallica” adlı eseriyle matematiksel temele oturttu; William Lilly (1602–1681) ise “Christian Astrology” kitabıyla horary (soru) astrolojisini dünyaya tanıttı.

Ancak 18. yüzyıldaki Fransız Devrimi’yle bilim yalnızca maddeyle sınırlanınca astroloji dışlandı.

Oysa geçmişin bilginleri modern bilimin öncüleriydi. Astroloji hiçbir zaman bilime karşı olmadı; aksine astronominin kardeşi, matematiğin dili, tıbbın rehberi oldu.

Sonuç? Gökyüzü Hâlâ Konuşuyor!

Astroloji; Atlantis’in rahiplerinden, Hz. İdris’in kaleminden, Ptolemy’nin geometrisinden, Uluğ Bey’in rasathanesinden, İbn Arabî’nin kalbinden ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın hikmetinden geçerek bize ulaştı. Bu ilim, sadece yıldızlara bakmak değil — insanın evrenle kurduğu kadim bağı yeniden hatırlamaktır.

Bugün hâlâ aynı gökyüzüne bakıyoruz.
Unuttuğumuz şey şu: Gökyüzüne bakarken aslında kendi içimize de bakıyoruz.

Oysa gökyüzü hâlâ fısıldıyor:
“Yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır.”

Astroloji hurafe ya da fal değildir

İnsanın kendini tanımasına, iç dünyasını anlamasına ve hayatın döngüsünü fark etmesine yardımcı olan bir ilimdir. İnsana yalnızca geleceği değil, kendi ışığını ve potansiyelini hatırlatır — onu evrenle buluşturan eşsiz bir köprüdür.

Ben, gökyüzüne gönül vermiş bir ruhum. Bu bilimi bir inanç değil, bir bilinç olarak görüyorum. Kolektife hizmet etmek, rehberlik etmek ve bu bilgiyi aktarmak — kendime adadığım en kutsal görevdir.

Okumaya, öğrenmeye ve paylaşmaya; ışığın izinde yürümeye devam edeceğim.

Bu yazı, kıymetli hocam Öner Döşer’in “Astroloji ve Bilim” ile “Âlimler Astrolojisi” kitaplarından ilhamla kaleme alındı.

Dilerim bu satırlar okuyan her kalbe dokunur.

Reklam Banner
Reklam Banner
Reklam Banner
Reklam Banner
Reklam Banner
Diğer Yazıları
2025
Pusula Swiss – Tüm hakları saklıdır.
Özel Haber
Etkinlik
Anasayfa
Yazarlar
Video