Güner Özkan

Medet yaa İstanbul…

İstanbul’a doğdum. Onun çocuğu olduğumu farkettiğimdeyse, ondan çok uzaktaydım.

Denizin iyi geldiğine inananlardanım ben. Musluğu açıp derdini suya anlatanlardan. Henüz bir kaç haftadır var olduğum bir ülkede, adını bilmediğim bir nehre bakıyor, üzgün olduğum zamanlarda, deniz gibi iyi gelir sanıyordum. İlk, o an anladım başka bir şehrin çocuğu olduğumu. Ve kimsenin, başkasının çocuğuna, kendi çocuğu gibi sarılamadığını. Biri halimi sorsun istiyordum. Ama, sorsa da söylemezdim. Orada öylece kaç saat durup baktım bilmiyorum. “Aslında çok şey anlatmak isterim ben size. Ama kimse anlamaz,” bakışıydı bu. Bu gün sokakta oynayan bir çocuk olup, dayak yesem mesela kimse elini omzuna atıp “üzülme, o da yarın bizim kapımızın önünden geçer,” demez bakışı. “Bilirim, buralarda herkes herkese herşeyi yapar,” bakışı. “Ben öğrendim, kimsenin biriciği değilim,” bakışı.

Oturup ne zaman başkasının nehrine baksam, kendi denizimi özlerim. Küçük nehirlerde, kocaman balina gibi, sırtımdan kendimi püskürtürüm de kimse görmez. Yabancı hissettikçe, kalabalık çoğalır. Şehir büyüdükçe büyür, ben küçülür, küçülür, küçücük kalırım. O eski çizgi filmdeki kocaman uçan kaz gelir, çöküverir önümde. Büyük kanatlarının arasına alır, evlerden, dağlardan, sivri, karlı çatılardan aşırır. Güzelliklerden, çirkinliklerden, çiçeğe durmuş kiraz ağaçlarından, denizlerden… İLLE DE DENİZLERDEN geçirir. Arkama bakmam. Yüzde yüz kusurludur arkana bakmak. Arkana bakarsan düşersin.

O yıllarda, her kimsesiz hissettiğimde oynadığım bir oyundu bu “kendimi, Nills’in uçan kazı tarafından Galata kulesinin balkonuna bırakılmış düşlemek.” Orada derin bir nefes çekip, içime bağırmak “Medet yaa İstanbul!”

İstanbul elimdeki çantayı, omzumdaki yükü alıyor. Saçlarımı tarıyor. Dizlerinde uyutup, üstümü örtüyor. Sarılıyor, kucaklıyor, göz yaşımı görüyor. Yüzümü yıkıyor, yakamı kaldırıyor. Eğilip ayakkabılarımı giydiriyor. Neye ihtiyacım olduğunu biliyor. İstanbul, gürültülü sığınağım.

Hepimiz için böyle değil mi? Şehrimizde bütün yalnız bırakılmışlığımızı unutuyoruz. Annesini pazarda kaybetmiş çocuğun çaresizliği, tekrar kavuşma anının şevkatiyle bitiyor. Sarılıyoruz sokaklarına. Çocukken, karanlık odalarda koşarken içimden çaldığım ıslık bu gün İstanbul. Bu gün büyüdüm. Oyun değişse de, metot aynı. Turgut Uyar’ı içimden sessizce okurken, şiirin hep aynı dizesinde duramayıp, dudaklarımı kıpırdatarak, sesime döktüğüm o mısrada şimdi teselli;

“Hepimiz birden delirebiliriz, GÖĞE BAKALIM”

Gök, aynı gök. Teselli her yerde.
İstanbulsuz da yaşanır elbet. Ama, istanbulsuz altını kıstığın bi hayatta iliklerin üşürmüş, bildim.
Bir güzel istanbul şiiriyle bitirsek dua gibi. Ben yersizlikten, girişini yazsam, siz bulup sonuna kadar okusanız keşke.

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım
Vatanım da vatanım..

Necip Fazıl Kısakürek

 

Benzer Haberler

GURBETÇİNİN YOSHİMA SANATI

EKONOMİ

En Çok Okunanlar