Baltık ülkeleri ve Finlandiya’yı Kafa Bi Dünya macerası için adeta bir hazırlık aşaması gibi gördüğümüz ve Rusya vizemiz 18 Haziran’da başlayacağı için bu ülkeleri 17 gün içerisinde bitirmeyi hedefliyorduk. Rotamızdaki ikinci ülke olan Letonya’nın başkenti Riga’ya 4 gün ayırmış olmamıza rağmen sonunda bir haftayı bu güzel şehirde geçirdik. Ülke içerisinde Riga ve Jurmala’dan başka bir yere gitme fırsatını yaratamadığımız için bu yazıda sadece bu yerlerden bahsedeceğim.
Letonya’nın incisi Riga


Vilnius’tan bindiğimiz otobüs 4 saatlik yolculuktan sonra akşam üzeri Riga’ya ulaştı. Kristaps bizi istasyondan aldı ve istasyonun hemen yanıbaşındaki, şehrin neredeyse göbeğinde olan evine kısa sürede geldik. Bize kendi odasında kalmamızı teklif etti. Sen nerede yatacaksın diye sorduk, Rodos dedi. Anlamadık, nasıl yani dedik. Meğer o gece arkadaşlarıyla birlikte Rodos’a tatile gidiyormuş. Bir kaç saatlik akşam sohbetinden sonra bizim için daha önceden yaptırdığı evinin anahtarlarını verdi ve çantasını alıp gitti. 10 gün sonra gelecekmiş, istediğimiz kadar kalabilirmişiz. O bir kaç saatlik sohbette Kristaps’e kanımız oldukça ısındı ve gidiyor olması bir yandan burukluk bıraksa da, Riga’da, şehrin merkezindeki bir evde, istediğimiz kadar kalabilecek olma fikri de oldukça hoştu. Bu durum üzerine bir sonraki durağımız olan Tallinn’e gitme planlarımızı bir kaç gün öteledik.
Riga’daki ilk bir kaç gün şehrin merkezini ve tarihi yerlerini keşifle geçti. Şehir Duagava nehrinin kenarına kurulu. 15 km kuzeyden Baltık Denizi’ne dökülen bu nehir oldukça geniş. Ancak şehir nehri merkezine alarak kurulmamış. Sanki binalar ve şehir arkasını dönmüşler nehre. Derli toplu, gezmesi keyifli ve güzel bir tarihi merkezi var. Ama hayat sadece bu tarihi merkezde değil, merkezin etrafındaki mahallelerde de oldukça hareketli. Hatta sonraki günlerde keşfettikçe buralardaki hayat bize biraz daha çekici geldi.

Sonraki günlerden birinde şehrin güneyindeki pazar alanına uğradık. Burası gerçekten yerel halkla iletişim kurmak için harika bir yerdi. Gerçi yerel diyorum şimdi ama pazar tezgahları neredeyse tamamen Rus kökenli Letonyalılar’ın kontrolünde. Müşterilerin çoğunluğu da aynı şekilde Rus kökenli. Dört yanımız Rusça tabelalar ile çevrili idi. Yıllar boyunca Sovyet Rusya kontrolünde kalmış bu kent için aslında çok da ilginç değil bu durum. Alanın hemen arkasında Stalin tarzı Letonya Bilimler Akademisi binası var. Vilnius’un baltık dokusu ile pek uyuşmadığını düşünsem de daha öncesine Varşova Kültür Merkezi binasından alışık olduğum üzere, bu binayı pek yadırgamadım. Hatta aynı mimari tasarıma sahip bu binayı Varşova ve Moskova haricinde başka bir şehirde görmek de ilginçti.
Bu seyahate çıkmadan önce Baltık ülkeleri ve şehirleri hakkında çok bir fikrim yoktu ve bu şehirleri hiç bir beklentim olmadan ziyaret ettim. Riga’da geçirdiğimiz 1 hafta oldukça keyifli idi ve Baltıklar’daki favori şehrim için çok kolaylıkla işte burası diyebilirim. Halkının içten olması, yardımsever ve gülümsüyor olmaları oldukça pozitif bir etki bıraktı üzerimde. İletişim konusunda hiç bir problem yaşamadık. Fiyatlar daha sonra ziyaret edeceğimiz Tallinn ve Helsinki kadar yüksek de değildi. Şehir hakkında bir sürü olumlu şey geliyor aklıma; eski şehri oldukça iyi korunmuş durumda, gezmesi kolay, kent deniz kenarında değil ama denize oldukça yakın, Riga’nın etrafına kurulduğu Daugava nehri ise şehri ferahlatıyor. Biz Haziran ayında buradaydık ve nehrin diğer tarafındaki plajlarda yüzen insanlar vardı. Bence bir şehrin nehrinde yüzülebiliyorsa, o şehirde yaşanabilir. İlerleyen yıllarda burayı kesinlikle bir kez daha ziyaret edeceğiz. Teşekkürler Baltıklar’ın incisi Riga!
Sıradaki Bölüm; Riga’nın sahil kasabası Jurmala ve Sofar Sounds Riga Konseri