Çocukluk çağında okuma yazma güçlüğü çeken İsviçreli bilim adamı Jacques Dubochet’in Nobel Ödülü almasının ardından dikkatleri üzerine çeken okuma yazma güçlüğü hakkında ne biliyoruz? Aslında bütün dünya ülkelerinde oldukça yaygın bir sorun olan okuma yazma güçlüğü konusu çocuklarımızı ve ebeveynleri yoran bir süreç olsa da bir hastalık değil. Bizler ebeveyn olarak ne biliyoruz ve öğretmenler bu konuda ne kadar bilgiye sahip? Aslında meseleyi zorlaştıran da bilmemekten kaynaklanan yanlış tutumlar sonucunda çocukların kendilerini yetersiz hissetmeleriyle başlıyor. Konuyla ilgili olarak uzmanlarsa bakın neler söylüyor.
Okuma ve Yazma Çatı Örgütü`nden Christian Maag, okuma ve yazma güçlüğü çekenlere karşı toplumun son derece önyargılı yaklaştığının altını çiziyor. Günümüzde bu gibi kişilerin toplum tarafından aptal veya tembel olarak algılanmasının da çok yaygın olduğunu vurguluyor. Ayrıca, söz konusu güçlüğün konuşurken belli olmadığını da belirtiyor. “Mağdurların yalnızca yeterince iyi okuyup yazamama sorunları var. Onlar da sizin benim gibi sıradan insanlar ve hatta İsviçre’nin Nobel Ödülü kazanan bilim adamı Jacques Dubochet gibi çok başarılı olabilen kişiler,” diyor. Maag’e göre, okuma veya yazma güçlüğünün birden fazla sebebi olabilir. Burada birçok etken rol oynayabilir. Örneğin çocuğun kendini okulda ne kadar rahat hissettiği ve okulda ve evde nasıl bir eğitim gördüğü gibi ailevi durumlar ve sosyal ortamdan kaynaklanan etkenler önemli görüşünde. Yani sebepler kişiden kişiye değişebiliyor.
Uzmanlar okuma yazma güçlüğünün bir diğer sebebinin Disleksi olabileceğini vurguluyorlar.
Disleksi Nedir?

Disleksinin bir özel öğrenme güçlüğü ve algılama farklılığı olduğunu söyleyen Türkiye Disleksi Vakfı Kurucu Başkanı Elif Yavuz, “Disleksi daha çok çocuklarda fark ediliyor, yetişmiş bireyler söz konusu olduğunda çok fazla yapılacak bir şey olmuyor. Dislektik çocuklar daha çok ilkokula başladığında fark ediliyor bu da sıkıntı oluşturuyor” diyor. Kendilerine müracaat eden velilerin ikinci sınıfa geçmiş ancak hala okuyup yazamayan çocukların ebeveynleri olduğunu söyleyen Yavuz, bazı dislektiklerin matematik yapamadığını buna diskalkuli denildiğini, bazılarının ise yazamadığını buna da disgrafi denildiğini belirtiyor.
Okuma zorluğu çekenlere de disleksi dendiğini belirten Yavuz, ilkokul öğretmenlerine bu noktada büyük iş düştüğünün altını çiziyor. Okuma yazma noktasında problem yaşayan çocukların velilerinin bilgilendirilmesinden sonra asıl sorunun başladığını söyleyen Yavuz Türkiye’de kontrol amaçlı götürülen yerlerde maalesef kısa yoldan çocuklara zihinsel engelli ibaresinin yapıştırılabildiğini de belirtiyor.
Okuma yazma güçlüğü bir hastalık değildir
Disleksinin bir zihinsel engel veya hastalık olmadığını Elif Yavuz’da vurguluyor. Disleksi sıkıntısı yaşayanların akademik anlamda kariyer yapmalarının oldukça zor olduğunu dile getiren Yavuz, “Özel eğitimden başka yapılacak hiçbir şey yok. Disleksi kendi içinde hafif, orta ve ağır olarak üçe ayrılıyor. Ağır olanların yanında genelde hiperaktivite ve dikkat eksikliği de oluyor. Bazen dikkat eksikliği ve disleksi sadece beraber olabiliyor” diyor.
“Dislektik çocukların çoğu ortalama zekaya veya üstün zekaya sahip olan çocuklar.”
Disleksinin hastalıktan ziyade bir durum olduğuna değinen İstanbul Aydın Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Çocuk Üniversitesi Müdürü Yardımcı Doç. Dr. Ayşin Kaplan Sayı, çocukların organize olmada ve plan yapmada sıkıntı yaşadığını belirtiyor. Velilerin bu durumu kesinlikle hastalık olarak algılamaması gerektiğine değinen Kaplan, “Aksine dislektik çocukların çoğu ortalama zekaya veya üstün zekaya sahip olan çocuklar oluyor,” diyor. Bu probleme sahip çocukların olabildiğince motivasyonu desteklenmesi, gerektiğini de vurguluyor. Çünkü çocukların yetersizlik duygusu geliştirmesi en zedeleyici durum. Eğer ebeveynler çocukları destekleyip yapabildikleri alanlara yönlendirebilirlerse, eksiklikleriyle paralel bir şekilde götürüp desteklerlerse ideal bir ortam oluşacaktır,” görüşünde.
Çocukluk döneminde okuma yazma sorununu çözemeyen bireyler toplumda tembel ya da aptal yaftasıyla algılanabiliyor. Özellikle günümüz toplumunda ve iş hayatında mağdurların işi daha da zor. Yazmanın gerekli olmadığı iş alanı artık neredeyse yok. Eskiden okumak ve yazmak aranan nitelikler iken, artık bilgisayar kullanmayı bilmek de gerekli. Tren bileti almak, gazete okumak, oy vermek – okumanın ve okuduğunu anlamanın rol oynadığı her alanda bu güçlük kendini gösterebiliyor.
Okuma ve Yazma Çatı Örgütü`nden Christian Maag, mağdurların bu durumla nasıl başa çıktığı konusunda da çarpıcı bilgiler veriyor. “Birçoğu kendine has ‘’kaçınma yolları’’ kullanıyor. Çoğunlukla da bunu gayet iyi başarıyorlar: Örneğin bir form doldurmaları istendiğinde gözlüklerini unuttuklarını söyleyip başkasının yardımıyla evde dolduruyorlar. Oysa Nobel Ödüllü bilim adamı Jaques Dubochet, yazma güçlüğünü başka yetenekleriyle dengeleyip - birçok kişinin yaptığı gibi - bu durumun kendisini aşağı çekmesine izin vermedi,” diyor.
Mağdurlara nasıl yardım edilebilir?
İsviçre’de bu yıldan itibaren devlet ile kantonlar, eğitimin devamı kanunu aracılığıyla yetişkinlerde eksik olan temel yetilerin öğrenilmesini destekleyecek. Çünkü bu, politik önlemlerin alınmasını gerekli kılan toplumsal bir sorun olarak görülüyor. Okuma ve Yazma Çatı Örgütü, Kanton İçi Eğitimin Devamı Konferansı ile birlikte ‘’Einfach beşser!’’ (‘’Daha İyiye!’’) adı altında bir kampanya başlattı. Böylece halkın ve mağdurların farkındalığının artması amaçlanacak. Amaç, okuma veya yazma güçlüğünün çok normal olduğunu ve birçok kişide görüldüğünü anlatmak; utanılacak bir şey değil, normal bir şey olarak görülmesini sağlamak.