Güner Özkan

GURBETÇİNİN YOSHİMA SANATI

“Neden bu kadar dramatize ediliyor bu gurbetçi olayı?” dedi, Türk sinema kuşağında denk geldiği filmi kapatırken. “Halbuki görüyoruz, her yıl nasıl şıkır şıkır arabalarla, bangır bangır müziklerle geldiklerini”

“Hangi müzikler?”dedim.

“Ne olacak? Arabesk!” derken kalkıp gitti. işte burada, gülümsememi tutamadım.

“Acıdan geçmeyen şarkılar, biraz eksiktir” der Sezen Aksu bir şarkısında. Bana kalırsa, acıdan geçmeyen herşey eksiktir. Acının süzgecinden geçtimi bir şey, geriye kalan her şey muteberdir.

O şıkır şıkır arabalar… Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirseniz, hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, ışıklar, yaşamlar. Ama yakından bakıldığında dünya toz ve kayadan, pırıl pırıl güneş bile, büyük bir ateş topundan oluşur. “içinden bakabilmek” GURBETÇİ’nin tanımını kavrayabilmenin tek yolu sanırım. “Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular” demiş ya Atilla İlhan. Ve eklemiş “Bu yoktular, kısmını yazabilmek için tam 3 ayımı verdim” yani içinden bildiriyor Atilla İlhan.

15. yüzyılda doğan Yoshima sanatını duydunuz mu bilmiyorum. Japon komutan Yoshimanın çok sevdiği bir çaydanlık vardır. Ve günün birinde kırılınca, eski haline getirebilmenin çarelerini arar. Parçalar bir araya getirilir getirilmesine de, demir tellerle metallerle bir araya getirilen çaydanlığın yeni hali daha bir içler acısıdır. Yoshima o gün zanaatkarları toplar, çözüm olarak ek yerlerinin üzerinden altın varaklarla geçerler. Ve bir sanat eserine dönüştürürler çaydanlığı. Yoshima sanatı işte böyle doğar. Bu vakitten sonra Yoshima sanatının amacı artık kırıkları saklamak değil, tersine; daha çok hissettirmek, altın suyuyla üzerinden geçerken, adeta “parçalanarak güzelleştim” demek olacaktır.

Yoshima sanatına benzetirim ben her yıl izin günü geldiğinde pırıl pırıl yollara dökülen gurbetçileri. Sizin o gördüğünüz ışıltılar, aslında acının üzerine işlenmiş altın varaklardır. Gösteriş derken haklısınız belki de. Çünkü saklamak değil, göstermek bu. Ama “Çok çalıştım oldu, çok yoruldum yaptım”dır aslında her biri. Tıpkı çaydanlıktaki kırıkları saklamak için gibi görünse de, aslında ortaya çıkarmak için yapılan Yoshima sanatı gibi.

Herkesin bir tesellisi vardır hayatta. Ve herkes kendine bir ilaç bulur yaşarken. Gurbetçininki de senede bir gün yaralarına altın varak sürmek işte. Hepimiz bozuk, kırık, kusurluyuz ama anlaşıldığımız yerden iyileşiyoruz. Anlaşıldıkça gövdemizde açılan bir çok yara önemsizleşiyor. Anlaşıldıkça kozasından çıkmayı bekleyen kelebeğin çaresizliği bitiyor. Anlaşılamamak insanın en çıkmaz sokaklarından biri. Hele ikinci kuşak bir gurbetçi gibi anlatmaya ana dilin bile yetmiyorsa. Dedim ya “acıdan geçmeyen her şey eksiktir” Empati de öyle kolay bir şey değildir işte.

Madem Atilla İlhan’ı yad ettik bugün, onunla bitirelim yine;

“Bu bizim gökler gibisi hiç bir dağda çatılmamıştır
Yıldızlarımızın titremesi yüreğine deprem indirir
Hiç bir yerde bu denize bu acı tuz katılmamıştır
Topraktan sağdığımız pekmez güneşin başını döndürür.”

Atilla İlhan

Benzer Haberler

Medet yaa İstanbul…

EKONOMİ

En Çok Okunanlar