
Dünya genelinde insanlar artık daha az çocuk sahibi oluyor. Pek çok ülkede doğum oranı, nüfusun kendini yenileme seviyesi olarak kabul edilen kadın başına 2,1 çocuğun altına düştü ve bu düşüş devam ediyor. İsviçre Federal İstatistik Ofisi'nin Haziran ortasında açıkladığı verilere göre, İsviçre'de kadın başına düşen ortalama çocuk sayısı 2021'den bu yana istikrarlı şekilde düşmekte ve 2024’te 1,29’a gerilemiştir.
Bu rakamlar, Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Bruegel'e göre, temel bir demografik değişimin başlangıcını işaret ediyor. Peki, neden daha az çocuk sahibi oluyoruz? Ve bu durum geleceğimizi – emeklilik, iş gücü, bakım hizmetleri, refah ve jeopolitik güç dengeleri açısından – nasıl etkiliyor?
Doğum oranlarının düşmesinin nedenleri:
Eğitim ve kadının özgürleşmesi
Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası’nın araştırmalarına göre, kadınların eğitim düzeyi arttıkça doğum oranı düşüyor. Eğitimli kadınlar, çocuk sahibi olmanın kariyer fırsatlarını kısıtladığını düşünüyor ve hayatları üzerinde daha fazla söz sahibi olmak istiyorlar.
Maliyetler ve ekonomik belirsizlik
ABD Nüfus Sayım Bürosu’nun 2024 raporuna göre, artan konut fiyatları, güvencesiz işler ve yüksek eğitim maliyetleri birçok çifti çocuk sahibi olmaktan alıkoyuyor. Çocuksuz yetişkinler sıklıkla ekonomik nedenleri gerekçe gösteriyor.
Doğum kontrolü ve dinin etkisi
Doğum kontrol yöntemlerine erişim artık küresel ölçekte mümkün. Eskiden birçok dinde doğum kontrolü günah sayılır, çok çocuklu aileler teşvik edilirdi. Ancak bugün İran ve Polonya gibi dindar ülkelerde bile, artan eğitim seviyesi, kentleşme ve değişen kadın-erkek rolleri doğum oranlarını düşürdü.
Toplumsal rol modelleri
Popüler kültür de rol modelleri şekillendiriyor. Artık birçok ünlü kadın, çocuksuz bir yaşamı savunuyor. Nüfus araştırmacısı Ralf Ulrich, ünlü bir kadının (örneğin Taylor Swift) anneliği savunmasının devlet kampanyalarından daha etkili olabileceğini belirtiyor.
Çevresel faktörler ve kısırlık
Ekonomik ve sosyal nedenlerin yanında çevresel faktörler de rol oynuyor. BBC'nin aktardığına göre, 14 ülkede 14.000 kişiyle yapılan bir ankette katılımcıların %12’si istedikleri kadar çocuk sahibi olamamalarının nedenini kısırlık olarak gösterdi. Araştırmalar, pestisitler, ağır metaller ve PFAS gibi "sonsuz kimyasallar"ın üreme sağlığını etkileyebileceğini ortaya koyuyor. Ancak BM’ye göre bu faktörler küresel düşüşte ikincil düzeyde etkilidir.
Düşük doğum oranının sonuçları:
Emeklilik krizi
Birçok ülkede emeklilik sistemi, çalışan nüfusun yaşlılara prim ödemesiyle işler. Ancak genç nüfus azalırken yaşlılar artıyor. Bu, sistemin sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Bruegel Enstitüsü, Almanya ve İtalya gibi ülkelerde yakında emeklilik ödemelerinde zorluk yaşanacağını öngörüyor. Sistemin devamı için üç seçenek var: primleri artırmak, emekli maaşlarını düşürmek ya da insanların daha uzun çalışması.
Bakım hizmetleri krizi
Yaşlı nüfus artarken bakım personeli sayısı hızla düşüyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2030 yılına kadar dünya genelinde 18 milyondan fazla ek bakım çalışanına ihtiyaç duyulacağını, sadece Avrupa'da bile milyonlarca kişilik açık oluşacağını belirtiyor.
İş gücü açığı
Sanayi, zanaat, sağlık, eğitim ve bilişim sektörleri genç çalışan bulmakta zorlanıyor. Yaşlanan iş gücü, yenilik kapasitesini ve üretkenliği de olumsuz etkiliyor.
Güç dengesinin değişimi
Avrupa yaşlanıp küçülürken, Afrika’da genç ve dinamik bir nüfus büyüyor. Afrika’nın ortalama yaşı 19 iken, Avrupa’da bu rakam yaklaşık 45. Siyaset bilimci Heribert Dieter’e göre genç toplumlar daha esnek, yenilikçi ve dayanıklı olurken, yaşlanan ülkeler küresel etkilerini kaybediyor.
Afrika'nın artan nüfusu, Birleşmiş Milletler gibi küresel kurumlarda daha fazla söz hakkı talep etmesine yol açacak. Avrupa ise ekonomik ve jeopolitik güç açısından geri kalma riskiyle karşı karşıya.
Göç kurtuluş mu?
Göç, yaşlanan toplumların etkilerini kısa vadede hafifletebilir. Ancak Bruegel'e göre bu, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir çözüm değildir. Daha yüksek istihdam oranları, daha iyi eğitim yatırımları ve sosyal politikalarla desteklenmelidir.
Ayrıca göçmenler çoğunlukla büyük şehirlerde toplanır, bu da bölgesel eşitsizlikleri artırır. Entegrasyon da zorludur: dil engelleri, eğitim açıkları ve toplumsal dışlanma göçmenlerin başarılarını kısıtlar.
Ayrıca küresel "yetenek savaşı" nedeniyle, en iyi iş gücünü genellikle zengin ülkeler kendine çeker. Bu da göçmen ülkeler için kalıcı çözüm olmaktan uzaktır.