Neşem Şener DoğanYazarlar

Gezegenimiz bize bir şeyler anlatıyor, duyuyor muyuz?

Artık sadece uzmanlar değil, bizler de, şu son bir kaç ayda bile, iklim değişikliklerinin sonuçlarına günlük yaşamımızda da tanık olmaya başladık. Üstelik yalnızca salgın hastalıkla da değil.

Mevsim normallerinin dışındaki sıcaklık artışları, büyük orman yangınları, ani yağışlarla gelen seller, fırtınalar, kasırgalar, sulak alanların yok oluşu, çölleşme, buzulların erimesi, okyanusların ısınması, bir çok canlı türünün neslinin tükenmesi, öte yandan bazı canlı türlerinin de popülasyonunun istem dışı artması,…vb. Tüm bunları yeni normalimiz olarak kabul edemeyiz; çünkü ne yazık ki sayısının ve yoğunluğunun hızla artacağı gerçeğini bilmeliyiz.

Tabiatta muazzam bir etkileşimli çeşitlilik (biyoçeşitlilik) var ve her şey başka şeylerle ilişki halinde. Çöp üretmeyen işlevsel bir düzen hakim.

Oysaki biz; tabiatın bu öğretilerinden zaman içinde uzaklaşmış, estetik kaygıları işlevselliğin önüne koymuş, çeşitliliğin bir aradalığının zenginliğini unutmuş bir duruma geldik. Endüstriyel tarımla doymaya çalışırken monokültürel-tek tip ürün yetiştirmek için dönümlerce, hektarlarca toprakları sürüp üst toprak kaybına neden oluyor, bölgeye duyarsız laboratuvar ürünü tohumları ekiyor, yarattığımız bu gıda çöllerinde bozulan toprağı onarmaya gelen otlara, mantarlara zehirler sıkıp, yaşam alanlarını bizimle paylaşan böceklere, zararlı mücadelesi adı altında kimyasallarla karşılık veriyoruz. Bu zehirleri gıdamıza, yeraltı sularına, denizlere, havaya ulaştırıyor, diğer tüm canlılarla birlikte kendimizi de hasta ediyoruz. Doğaya karşı sürekli anlamsız bir mücadelede kaybolurken, doğayla birlikte uyum içinde yaşama yollarının mümkün olabildiği ihtimalini bile düşünmüyoruz.

Flowers and vegetables growing on an English allotment

Dünya’da bugüne kadar 5 büyük kitlesel yok oluş yaşandı. Bunlar göktaşı çarpması, volkanik etkenler gibi doğal sebeplerdendi. Ancak ilk kez insan kaynaklı bir yok oluşun eşiğindeyiz ve üstelik doğal yok oluş hızının binlerce katı hızla canlı türlerini yok ediyoruz.
Yani insan türü olarak zekamız sayesinde doğadaki bu hız avantajımızı, ne yazık ki sınırlı doğal kaynakları yağmalayarak, kendi sonumuzu hazırlamak yönünde kullanıyoruz. Üstelik bunu da 1 birim enerji sağlamak için, 10 birim enerji harcayarak yapıyoruz. Bunu tersine çevirmek için olan çözümleri de, yine sorunu yaratan yerlerden bekliyoruz.

Ekolojik olayların ekonomik, sosyal ve siyasal konulardan ayrı düşünülemeyeceğine, aksine doğanın o muhteşem döngüsü ve muazzam çeşitliliğini yok sayarak atılmış her alandaki her adımın; şimdiki ve yakın gelecekteki bu yok oluş hızına hız katmaya devam edeceğine artık kulaklarımızı tıkayamayız.

Bir sistem; ömrü boyunca bakımı için ve ömrünün sonunda yenilenmesi için gereken enerjiyi üretebiliyorsa ancak sürdürülebilirdir. Maalesef bugün sürdürülebilir sistemlerin bile yeterli olamadığı bir noktadayız. Artık her alanda ve her ölçekte ‘onarmayı’ konuşmalıyız.

Onarıcı tasarım: Permakültür

Permakültür 1970`li yıllarda Bill Mollison ve David Holmgren tarafından geliştirilmiş onarıcı insan yerleşimleri yaratmayı amaçlayan bütüncül bir tasarım yaklaşımıdır.
Permaculture ingilizce perma (permanent-kalıcı) ve culture (kültür) bir araya getirilerek isimlendirilmiştir.

Permakültür tasarım yaklaşımı; toprak sağlığı ve önemi, su sistemleri yönetimi, etkin enerji kullanımı, fosil yakıtlar yerine biyolojik kaynakların kullanılması, çok kültürlülük, yapı tasarımı, alternatif ekonomik yapılar ve topluluk stratejilerine kadar farklı konuları kapsar ve her ölçekte uygulanabilir.

Bill Mollison`un Permakültüre Giriş kitabında belirtildigi haliyle Permakültür tasarımında amaç; kendi ihtiyaçlarını karşılayan, çevresini sömürmeyen veya kirletmeyen, dolayısıyla uzun vadede sürdürülebilir, ekolojik olarak sağlıklı, ekonomik olarak uygulanabilir sistemler yaratmaktır.
Bunu yaparken doğal sistemlerin gözlemine, geleneksel tarım yöntemlerinin içerdiği erdeme ve modern, bilimsel, teknolojik bilgiye dayanır ve sorunlara odaklanmak yerine, sorun çözümün ta kendisidir anlayışıyla, döngüye uyumlu çözümlere çalışır.

Nasıl yapacağımızı değil, yapmakla ilgili nasıl düşüneceğimizi gösteren bir yaklaşımdır. Bu nedenle her ne kadar gıda üretim yöntemlerinde anılıyor olsa da, temel prensipleri bakımından insanı ilgilendiren tüm alanlarda kullanım olanağı sağlar.

Kısaca “Etik Tasarım Bilimi” diyebileceğimiz Permakültür, 3 temel etiğin üzerine kuruludur;

1) Dünyayı gözet: Dünya üzerindeki canlı ve cansız tüm varlıklara özen göstermek ve iyiliği için çalışmak.
2) İnsanı gözet: İnsanın ihtiyaçlarını dünyaya özen göstererek karşılamak.
3) Artı değeri (zaman, para ve enerji fazlasını) ilk iki ilkeye vakfet. İhtiyaçlardan arta kalanı ilk iki ilke için kullanmak, yani biriktirmemek.

Ancak bu 3 etik birlikte uygulandığında onarıcı sistemler kurmaktan bahsedebiliriz.

Bu nedenle her durumda tercih etmemiz gereken yol; Yok etmek değil; onarmak, rekabet değil; yardımlaşmak, saklayıp biriktirmek değil; paylaşmak, doğaya karşı değil; doğayla birlikte yaşamaktır. Bolluk ve bereket ancak o zaman gelir.

Neşem Şener Doğan
Permakültür Tasarımcısı

Kaynaklar:
Permakültüre Giriş – Bill Mollison
Permakültür Şehirde & Permakültür Bahçeleri – Toby Hemenway
Orman6 & Kokopelli Şehirde – Permakültüre Giriş Kursu
Permakültür Araştırma Enstitüsü PRI Turkey – Permakültür Tasarım Sertifikası Kursu

Benzer Haberler

Ne oldu bize?
Gözünüz, kulağınız, sesiniz olmaya geldik

EKONOMİ

En Çok Okunanlar