Nihal Aygün

Ağlarım rahatlarım

Geçen yazımı okuyanlar hatırlayacaktır ama yine de okumayanlar için ben kısaca bahsedeyim. Eşimle evlenir evlenmez dilini, dinini bilmediğim, yerini haritadan öğrendiğim Laos’a gittik.

Yeni yuvama doğru giderken yol boyu yaşadığım kültür şoku, bıraktıklarıma özlem, yalnızlık hissi ve virajlı yollardan sonra, artık evimde dinlenmeyi hayal ediyordum. Ama… Evimiz bir kamp eviydi (eviymiş). Her biri birbirinin aynı, içindeki eşyalara kadar başkalarının bizim için seçtiği yan yana dizilmiş, geçici evler…
Arabadan inip mıcırlı yollarda çektiğimiz valizlerimizle nihayet 12A numaralı kapının önündeydik. Bu bizim evimizin numarasıydı. Eşim kapıyı açmayı denedi. Ahşap kapı son günlerde yağan yağmurlardan şişmiş, açılmıyordu. Bavullarımızla kapıda kaldık. 3 saat kadar… Buraya gelene kadar yaşadıklarım bir bir geçti aklımdan…

Bazı mesleklerde kadın olmak kadın olarak varlık göstermek mücadele istiyor. Ben Jeofizik mühendisiyim. İlk mücadelemi memur olmamı isteyen babamla yaşamıştım. Sahada çalışmak, işin içinde olmak istiyordum. Limanlarda ölçüm yapan bir firmada deniz sismiği yaptım. Bu işi kadınlarda pek iyi yapar demek için çok çalıştım, ama yine de gemide kadın uğursuzluğu şakalarına maruz kaldım. İkinci işim şantiyelerdeydi. Metro projesinde çalışmaya başladığım ikinci gün, proje müdürüm asetonla karşıladı beni. ‘Kırmızı ojelerinle iş yaptıramazsın, dinlemezler seni, olmaz!’ dedi. Ojelerimi çıkarıp tünele indim. Ekibim ve ben güzel işler yaptık. Sonunda ben onlara, onlar kırmızı ojelerime alışmışlardı. Eşimle bu projede tanıştık. Nihayet kendimle yarışı bırakacak, evimin kraliçesi olacaktım. Ama bu serüvende pek alışılmış bir biçimde başlamamıştı. Dünyanın uzak bir köşesinde zorlu bir başlangıç bizi bekliyordu.

Uzun bir yolculuğun ardından üç saat bekledikten sonra girebildiğimiz kamp evinde, yeni hayatımızda neler olacaktı? İçeri girdik, eşim bıdır bıdır anlatıyordu. Evimizi hayatımızı hayallerimizi. Yüzüm asık olacak ki, olumlu birşeyler görmemi istiyor, deniyordu. Sonra bir an durdu, bir şeyler söylememi bekledi. Söyledim: ’Bu evde ya o kalacak, ya ben!’

Anlamadı ne demek istediğimi. “Kim kalacak, ne diyorsun?” dedi. Benim gözüm ise duvardaki kocaman kertenkeledeydi. O kadar üst üste geldiki herşey, gerçekten evi terk edebilirdim. Baya uzun sürdü ama eşim beni tercih etti. Sonunda kertenkele evden gitti. Nihayet dinlenebilirdim.

Evi, evim yapmak istedim. Hemen ve etrafa bir kaç eşyamı bırakıp tam uyumaya hazırlanıyordum ki daha önce hiç duymadığım büyüklükte bir gök gürültüsü duydum. Başlayan yağmurla beraber öğrendim ki çatımız saçtanmış. Bizim Karadeniz’de bile göremeyeceğiniz kadar şiddetli bu yağmurun adı da muson yağmurlarıymış. Sac çatıya düşen yağmurlar gözümden akan yaşlara karıştı o an. Ağlarım rahatlarım sandım ama 3 gün yağdı 3 gün ağladım.

Korkusuzdum, güçlüydüm, mücadeleciydim ama bunların hepsi benim bildiğim, alıştığım güven duyduğum yerdeymiş. Hayatıma yabancıydım o günlerde ve çok korkuyordum. Arkama bile bakmadan kaçmak istiyordum. Mücadele etmek aklıma bile gelmemişti. Tek tanıdığım, güven veren eşim tuttu ellerimden bırakmadı. Gittiğin yeni ülkede belki sende benim kadar yalnız ve çaresiz hissettin. Ama bunların hepsi hayata dair… Bana o günlerde bugün söyleyebildiklerimi anlatan biri olsaydı sanki daha kolay olurdu başetmek. Anlatsak ve çoğalsak. Belki de yeni bir ülkede uyanan bir başka genç kadının hayatında cesaret katar anlılarımız. Merakla bekliyor olacağım eğer paylaşmak istersen…

Benzer Haberler

Laos mu, Lagos mu, Davos mu?

EKONOMİ

En Çok Okunanlar